GELECEĞİNİ BİLİYORDUM…

Evet! Geleceğini biliyordum. Alimallah geleceğini biliyordum. Lâle-zârım benim. Son nefesimi, geleceğini bildiğim için geciktirdim. Senin için bir kere daha acılara sabrettim. Huda bizi bu dünyada son anda kavuşturduğu gibi öbür âlemde de buluştursun. Ben susacağım orada. Sen konuş n’olursun o anda. Bu dünyada sustuğun gibi ben de öbür âlemde susmak istiyorum. Bir sabah vakti bir…

FELEK VURMUŞ BENDELERİ: ‘CAN YOLDAŞLARIM’*

Felek vurmuş bendeleri. Kime ne? Beldeler gezen, deryalar yüzen Bağdat kalpler! Nerelerdesiniz? Vahdet saatlerinde fenafillah olmuş ruhların dillerini seslendirdim ben.  Dilsiz söylendim. Çığlığımı mezardakilere mi duyurdum? Göklerde secde halini almış kalplere sığındım. Zalimdir yürekler. Hele benimkisi..! Bazen kibrim seslendi. Bazen kalbime akseden yüce ruhların hilmleri söylendi. Üniversite mezunu olsam da, hayat mektebinden hâlâ diplomamı alamadım.…

BİR DERVİŞİN TÜLLENEN GÖNLÜ

Bir dervişin gönlü tüllenmişti gözümün arşına… Nasıldır, nicedir? Eğer senin hâlin Allah’tan uzaksa bana sakın beni sevdiğini söyleme, inanmam. Eğer Hak’tan geldiysem, bâtıldan geçene inanmam. Eğer Hak’tan geldiysen bâtıla kapılmam. “Sakın beni sevdiğini söyleme!” diye ihtar ederken sözlerini kime atfedeceğini şaşırmıştı. Aşkın sınırı mı vardır ki aşkı hapse atmışlar… Aşka kapı kapatmışlar… Aşkı darağacı nefislere…

Kâbe-i Kalbimin Mevlânâ’sı: HÛBİSTANIM!  

Ey lemhatül‐basar sevincim… Gecemin muğannîsi bülbül-i şâdân şakıyor. “Aşk eğer rûz‐i ezel der (içinde) dîl ü dîvâne nebûd (yok idiyse) tâ ebed! Zirge (zira) felek nâle‐i (inilti) mestâne nebûd (yoktur)!’’  Ben de derim ki: Ey Sübût! Ey Vücûd! Eğer aşkım ezel gününden beri gönlümde dîvâne değildiyse, bârî tâ ebede kadar feleğinin altında nâle‐i mestânen olayım! Ey Umut! Ey Sükut! Ey Nutuk! Ey Ufuk! Eğer azabım ebed gününden beri gönlümde vîrane değil idiyse, bâri  tâ ezele kadar meleğinin yâdında Kâbe‐i Dosthânen olarak kalayım. Ey Hubistân! Ey Aşkistân! Ey İnan! Ey Ezan! Ey Her An! Ey benden çok uzak olan! Ey bugün (şu anda) hatırımdan geçerken yok olan! Ey bende çok uzak duran! Hatırımdan geçerken uzağımda yanıyorsun. Uzağımdan…

Bir ile Sıfır

Bir! Bir’in önünde ne vardır? Sıfır! O sıfırın içinde ne vardır? Bir’den sonra ne varsa! İçte Bir olanlar vardır! Nefislerini tamamen öldürmüş yiğit oğlu yiğitler vardır! Gel sen de sıfırla şu nefsini kardaşım! Gel sen de çıkart at şu sayıları! Sadece Bir (c.c)’in önünde sıfır olarak. Hestîyi geride bırakarak! Terk-i hest-i değil. Terk-i terk! Sıfırla!  Aklanıp paklan! Hadi…

MEZARTAŞIMDA BİR GÜL-İ EHAD

Demek sen söze gelecektin ey abd-i Ehad, vahîd-i Ehad? Demek sen konuşacaktın kalemimde? Ben de seni dinleyecektim ey deha ahid? O halde buyur, dök içindekileri. Ne o, yoksa derdin sadece beni konuşturmak mı? Benim zaten içimde durmadan konuşan bir ses var, ve şu an senin için söyleşiyor. Ipıssız kuytulara sızar yazdığım mektuplarım… Hayalimin en mahfuz…

Bişnev

Bişnev!! Bişnev ey yolcu! Mesnevi’nin girizgâhında bişnev dendiği gibi dinle! Tasavvufta “söyle” emrinin önüne geçme “dinle” emriyle bişnev! Gerçi sen nasıl dinliyorsen dinle… Ben dinlemek istiyorum… Dinle! Yoksa sus! ”Kâinat mescid-i kebirinde Kur’ân kâinatı okuyor, onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zeban edelim. Evet, söz kokusu ve ona derler.…

Aşk..!

Bizi bekleyin. Seferdeyiz. Sabredin. Size söyleyeceğiz. “Aşk” demiştik. Başka bir sevdâ değildi bu. Vedûd diyarının sesi idi aşk. Aşk idi “levlâk” Sahibi’ne kavuşan.. Aşk idi Hz.Adem’e (a.s) maya olan.. Aşk idi “Benî Adem”e nur olan, huzur olan… Mâdem “Kâbemsin” demişti aşkın küçüğü Aşk’ın Ekber’ine.. Aşk idi sarhoş serserileri ayıltan. Aşk idi Allah’ı (c.c) anlatan. Aşk…

YÂ NEBİ

Ey Himâyet Şahi! Ey İnâyet Padişahı!  Ey Marifet Sultanı! Ey Kıyâset Komutanı!  Ey Devlet! Ey Himmet!  Ey Şark! Ey Garb!  Ey Şems! Ey Ems!  Ey Zaman! Ey Hemân!  Ey İstikbal! Ey cennet!  Ey Ezel! Ey Ebed!  Ey Zuhur! Ey Huzur!  Ey Şefaat! Ey Aşk!  Ey Allah’ın (CC) Esma Tecelliyâtı   Ya Nebi… ……. …….  Medet Ey Nebi…  Mihr-i Cemaline müştâk aşıklar, subaylar, askerler gazellerle, kasidelerle…

YÂ RAB AŞKIN OLAYIM!

Bu sabah ellerimi göğe kaldırırken gözlerimi yere ağdırdım. O lahzadaki ishâbımı nasıl söyleyecektim ki? Iyâzen billah neler söyledim bilemiyorum. Hârut sahibi değilim ki Bâbil’deki kuyuda kıyametimi bekleyeyim. Feresim, sidrem ferec bahşeder mi? Harab dergâhım mi‘raca erer mi ki ? Sözlerimde bedâhet olmasa bile, senin gönlünde keramet olsun. Ateşgâhımdaki sükûtu geçer mi ki? Gönlümdeki rezalet olsa…

crescent moon on a pink sky

Enelik Makamı

Enelik Makamı Tugay Mola Gökler! Yerler! Dağlar! Rabbin teklifinden ürkerek kaçtığınızda insan nasıl da çalım satarak o teklifi yüklenip yükleyiverdi!? Herkesin vazifeden kaçtığı yerde insan “evet ben varım!” deme cür’etinde bulundu. Bir defa söz vermişti insan. “Vefâsız olmam” deyip benliğini konuşturuverdi. Ey insan! Emaneti emin ellerden yerlere düşürdüğünü ne zaman göreceksin?! Sen emaneti değil, benliğini…