Canan SayDüşünceEdebiyatEkim '25ŞiirYazarlar

Bir zamanlar sabahlar, mis gibi çorba kokusuyla başlar;

Akşamlar, dua sesleriyle son bulurdu.

Türk aile kültüründe sofraların kalbinde, vaktiyle çorba kaynar; sonra çayın buharı yükselirdi.

Sofralar kurulurken biri ekmeği böler, biri çorbayı karıştırır, biri sessizce “Afiyet olsun” derdi.

Diğerleri sanki bu sözü beklermiş gibi, hep bir ağızdan ya da mırıltı hâlinde “Eline sağlık” diye karşılık verirdi.

Şimdi kahvaltı, telefona göz atarken içilen acele bir yudum kahveye dönüştü.

Zaman hızlandı, bizse yavaşlığın erdemini unuttuk.

Oysa hayatın özü hep o yavaşlıkta gizliydi.

Ritüeller, insanın kalbine atılan düğümler gibidir.

Bir dua, bir selam, bir çay koyma biçimi, bir kitap açma sesi…

Hepsi bize “buradasın” der.

Şimdi ise bir yerlere yetişirken kendimize yetişemiyoruz.

Bir zamanlar insan, dualarında kendine dönerdi; şimdi bildirimlerde kayboluyor.

Belki de bu yüzden ruhumuz hep yarım kalıyor.

Psikolojide derler ki: Ritüeller, insanın iç dengesini koruyan sessiz yapıdır.

Düzen, beynin “ben güvendeyim” mesajıdır.

Birlikte edilen dualar, düzenli yürüyüşler, ailece kurulan sofralar…

Hepsi, insana görünmeden güven veren bir sıcaklık taşır.

Artık her şey hızlı; ama hiçbir şey derin değil.

İnsanlar konuşuyor ama temas etmiyor, gülüyor ama içinden gülmüyor.

Ve belki de asıl yorgunluğumuz, bu derinlik yoksunluğundan geliyor.

Marlo Morgan, Bir Çift Yürek kitabında Aborjinlerin Batılı kadına söylediği bir cümleyi aktarır:

“Biz acele ettik, ruhlarımız geride kaldı.”

Belki de modern dünyanın en sade, en dokunaklı özeti budur.

Ne kadar hızlı gidersek gidelim, ruhumuzun yetişmediği hiçbir yer gerçek bir varış değildir.

İnanan bir yürek bilir ki, hatırlamak da bir ibadettir.

Hatırlamak; şükretmektir, bağ kurmaktır, yaşadığın ana ruh katmaktır.

Ritüeller tam da bunun aracıdır:

Bir tesbihin tanelerini çevirirken sabrı öğreniriz,

Bir çay demlerken beklemenin inceliğini,

Bir dostu dinlerken susmanın rahmetini.

Zamanın ritmini kaybettiğimiz yerde, kalbimizin ritmini de kaybettik belki.

Ama güzel olan şu ki: Ritüeller yeniden bulunabilir.

Bir dua niyetiyle elleri semaya kaldırmak,

Bir çayla sessizliği selamlamak…

Hepsi yeniden başlamak için yeterlidir.

Çünkü kaybolan hiçbir şey aslında bütünüyle kaybolmaz;

Biz hatırlamayı seçtiğimizde geri dönmeyi bilir.

Sonbaharın sararan yaprakları gibi, hayat da döngüsünü tamamlar.

Bir ritüelin yokluğu kadar, bir yenisinin varlığı da insana iyi gelir.

Yeniden başlamak, bazen sadece ellerini yıkarken “şükür” diyebilmektir.

Bazen sabah penceresini açarken içeri giren serin havayı fark etmektir.

Bazen de yitirdiğin bir duyguyu, bir şarkı mırıldanırken bulmaktır.

“İnsan, unuttuğunu hatırladığı anda yeniden başlar.”

Belki de artık bize düşen, ritüelleri değil;

Ritüellerin bize kattığı anlamı aramaktır.

Çünkü kaybolan ritüellerin ardından bile, umut kalır.

O umut, içimizin sessizliğinde hâlâ yanar:

Bir fincan çay buharında, bir dua sesinde, bir çocuğun tebessümünde…

Ve biz o küçük ışığı fark ettiğimizde, hayat yeniden anlamına kavuşur.

“Belki de hiçbir şey tamamen bitmiyor, sadece sessizce şekil değiştiriyor tıpkı biz insanlar gibi…”

Ve belki de şimdi sıra bizde:

Kendi hayat ritimlerimizin içindeki o küçük ama anlamlı gelenekleri hatırlamakta.

Senin de unuttuğun, yeniden başlamak istediğin bir ritüelin var mı?

Belki bir dua, bir selam, bir çay saati…

Paylaş ki; hatırlamanın ışığı bir başkasının kalbine de ulaşsın.

Hayatın kalabalığı içinde kaybolan o küçük güzellikleri birlikte hatırlayabilmek dileğiyle…

Sevgiyle, huzurla ve şifayla kalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment