Rüya mıydı?

  Rüya mıydı, hakikat mi, seçemedim; seçilemedim. Bir sille daha yedim. Ayrılık zehrine bir kez daha yenildim. Ne olurdu, atıp gitseydim her şeyi… Terk etseydim, geriye bakmadan, zelil hapishanemi. Koşarak… Uçarak… Hızır (a.s) hızında ulaşsaydım kutlu meclisinize. Dizlerinizin dibine. Sımsıcak, sıcacık beytinize. Kabul eder miydiniz, dünyanın binbir günahını çekmiş bendenizi? Günler, haftalar, aylar sessiz sedasız……

Hacca Haramla Gitme!

Nerdeyim ben? Sözde mana, manada söz kalmadı ise tövbe ederim! Rüyama yeniden döndüm. Gör ve bil ki sen bir gün mescidime geleceksin. Gönül mescidime geleceksin! Salâtını orada kılacaksın. Siyâmını orada tutacaksın. Kelâmını orada yazacaksın. Beni duyacaksın… Hacca haramla gitme! Hacca gitmeden önce bana gel ve benim önümde tavaf et! Bana bırak o haramları hacca gitmeden…

Ey Tarihin Rüyası, Ey Âtînin Yüksek Kararı

  Ey Hüseynî Hasan devlet! Ey Hasenî Hüseyn devlet! Ey can mehabbet! Yazılanalara bakmadan yazıldı(lar) sana! Ey himmet! Ey devlet..! Günahlarıma bakmadan yazdırıldığım mektuplarda gönül devletine yağdım. Belki küfürle yağdım. Ama Hak olduğunu bilerek yağdım. Küfrümü ancak senin hak devletin bilirdi. Kisrâlar yıkılalı nice oldu… Gel gör ki kisrâlaşmış nefsim bir türlü yıkıldığının farkına varamadı.…

Medet Yâ Seyyid Bedevî!

Günlerden 19 Ocaktı, 2010. Eve kapanmıştım. Yenice dışarı çıktım. Kendime bir kahve ısmarladım. Biraz mahmurluk var üzerimde. Sanki ben gökte ve herkes yerde gibi bir hal bu. İnsan günde 99 defa değişim yaşar. Özgürlük bu ise… Kalb kırıldıkça ruh kemâle erer. İnkisâr yaşanmadan ruh olgunluğa er(e)mez. Keşke doğuştan müslüman olarak kalsaydık. Keşf-i zamâiri bağrında barındıran…

Derdime Devâ Aradım..

Derdime devâ aradım… Meğer derdim benim devâm imiş… Kitaplarda değilmiş, lâ ve lâ vellâ… Geleceğe sakladım, şimdilik sakıncalı sırların bugün açıklanmasını… Aklanmasını, pâklanmasını… Nurlanmasını… Zuhur etmesini… Gelecekte ben toprak olsam da, sesimi tek başına alıp da dünya âlemlerine duyuracak o sabah güzeli melek seslendirecek… Şiirler dökülecek… Mersiyeler tütecek… Kâfiyeler kâfiyelenecek… Abdallar çalmaya başladığında şarkılarımı… Haydi…

Ayrılığı Tercih Edip Vuslat İçinde Sızlayanım

Cancağızım… Gönül yoldaşım… Allah’ın (c.c) Azamet’ini aracı yaparak meşgul olduğunuz anlarda beni gönlünüze hapsetmenizi istemiştim. Hatırlarsınız sabahın bitiminde ki halleri. O an ayrılışınızla bana Allah’ın (c.c) Celâlet’ini ve Azamet’ini azda olsa hissettirmeye çalıştınız. Öyle bir sefere râm oldum ki elem gecelerimde ağlayan kalpcağızım yine dayanamadı. Geçicide olsa ayrılığınız hicrana gark eyledi yüreğimi. Sırlar kezzâb. Sözler…

Sarsıl ey Tunusânî…

Ben yabânî, sen barrânî. Hani var ya bir Harranî? İbrahimî. Şimdilerde zeval perdesinin ardında. Tanrı bağıma bülbüller geldi. O bağ ki şimdilerde hâristan oldu… Bir gülüm kalmıştı. Bahçebân ağladı, güller soldu. Bir gelirler.. bir de gidiverirler. Ses yok el-ân… El-ân, her zaman… Derdime dermân yoktur. Derdimden daha çok dermân. Dert olur ki bazen derman… Sen…

GELECEĞİNİ BİLİYORDUM…

Evet! Geleceğini biliyordum. Alimallah geleceğini biliyordum. Lâle-zârım benim. Son nefesimi, geleceğini bildiğim için geciktirdim. Senin için bir kere daha acılara sabrettim. Huda bizi bu dünyada son anda kavuşturduğu gibi öbür âlemde de buluştursun. Ben susacağım orada. Sen konuş n’olursun o anda. Bu dünyada sustuğun gibi ben de öbür âlemde susmak istiyorum. Bir sabah vakti bir…

FELEK VURMUŞ BENDELERİ: ‘CAN YOLDAŞLARIM’*

Felek vurmuş bendeleri. Kime ne? Beldeler gezen, deryalar yüzen Bağdat kalpler! Nerelerdesiniz? Vahdet saatlerinde fenafillah olmuş ruhların dillerini seslendirdim ben.  Dilsiz söylendim. Çığlığımı mezardakilere mi duyurdum? Göklerde secde halini almış kalplere sığındım. Zalimdir yürekler. Hele benimkisi..! Bazen kibrim seslendi. Bazen kalbime akseden yüce ruhların hilmleri söylendi. Üniversite mezunu olsam da, hayat mektebinden hâlâ diplomamı alamadım.…

BİR DERVİŞİN TÜLLENEN GÖNLÜ

Bir dervişin gönlü tüllenmişti gözümün arşına… Nasıldır, nicedir? Eğer senin hâlin Allah’tan uzaksa bana sakın beni sevdiğini söyleme, inanmam. Eğer Hak’tan geldiysem, bâtıldan geçene inanmam. Eğer Hak’tan geldiysen bâtıla kapılmam. “Sakın beni sevdiğini söyleme!” diye ihtar ederken sözlerini kime atfedeceğini şaşırmıştı. Aşkın sınırı mı vardır ki aşkı hapse atmışlar… Aşka kapı kapatmışlar… Aşkı darağacı nefislere…

Kâbe-i Kalbimin Mevlânâ’sı: HÛBİSTANIM!  

Ey lemhatül‐basar sevincim… Gecemin muğannîsi bülbül-i şâdân şakıyor. “Aşk eğer rûz‐i ezel der (içinde) dîl ü dîvâne nebûd (yok idiyse) tâ ebed! Zirge (zira) felek nâle‐i (inilti) mestâne nebûd (yoktur)!’’  Ben de derim ki: Ey Sübût! Ey Vücûd! Eğer aşkım ezel gününden beri gönlümde dîvâne değildiyse, bârî tâ ebede kadar feleğinin altında nâle‐i mestânen olayım! Ey Umut! Ey Sükut! Ey Nutuk! Ey Ufuk! Eğer azabım ebed gününden beri gönlümde vîrane değil idiyse, bâri  tâ ezele kadar meleğinin yâdında Kâbe‐i Dosthânen olarak kalayım. Ey Hubistân! Ey Aşkistân! Ey İnan! Ey Ezan! Ey Her An! Ey benden çok uzak olan! Ey bugün (şu anda) hatırımdan geçerken yok olan! Ey bende çok uzak duran! Hatırımdan geçerken uzağımda yanıyorsun. Uzağımdan…