Çocuk eğitiminin en temel koşulu, belki de tüm süreçlerin merkezinde yer alan unsur sevgidir. Çünkü sevgi yalnızca bir duygu değil; insanın varoluşunda yer alan en derin ihtiyaçlardan biridir. Sağlıklı, mutlu ve kendisiyle barışık bireyler yetiştirebilmek, çocuğun fıtratında var olan bazı beklentilerin karşılanmasına bağlıdır.
İnsan, dünyaya geldiği andan itibaren şu beş temel mesajı duymaya ihtiyaç duyar:
“Sen varsın. Sen önemlisin. Sana güveniyoruz. Seni seviyoruz. Seni koruyoruz.”
Bu cümleler bir çocuğun ruhsal beslenmesinin temelleridir. Anne ve babaların ilk vazifesi, bu ihtiyaçları zamanında ve dengeli biçimde, hem sözleriyle hem tutumlarıyla karşılayabilmektir. Çünkü çocuklar söylediklerimizi değil, yaşattıklarımızı öğrenirler.
Her zaman ve her koşulda sevildiğini bilen bir çocuk, hata yaptığında bile sevgiden mahrum kalmayacağını hisseder. Bu, onun benlik algısını güçlendirir. Sevildiğini, önemsendiğini ve takdir edildiğini gören çocuk, duygusal olarak dengeli, öz güveni yüksek ve sosyalleşmeye açık bir birey haline gelir. Buna karşılık, erken çocukluk döneminde sevgiden mahrum kalan çocuk, ilerleyen yıllarda güvensiz, kaygılı ve uyumsuz davranışlar sergileyebilir. Çünkü her birimizin çocukluğu bir anavatandır. Ve o anavatanda sevgisiz kalan bir ruh, yetişkinlikte hep o kayıp sıcaklığı arar.
Sevgiye doyamayan birey, zamanla “sevgi dilencisi” haline gelebilir; başkalarının onayını almak için kendi sınırlarını hiçe sayar, sevilmek uğruna kendinden vazgeçer. Oysa insan, değer görmek için değil, zaten değerli olduğu için sevilmelidir. Bu noktada anne babalara ve geleceğin ebeveynlerine düşen sorumluluk büyüktür. Çocuklarımızın hayattan lezzet alan, saygı ve sevgi dolu bireyler olarak yetişmelerini istiyorsak, onlara kayıtsız şartsız sevgimizi ve onlara verdiğimiz değeri göstermeliyiz. Sevgi, sadece söylenen bir kelime değil, yaşatılan bir deneyimdir.
Artık dünya değişti; dolayısıyla ebeveynlik biçimleri de değişmek zorunda. Bugünün çocuklarını, dünün kalıplarıyla yetiştiremeyiz. Bu nedenle, evlilik öncesinde genç çiftlerin ebeveynlik eğitimlerine, psikolojik farkındalık seminerlerine katılmaları son derece önemlidir. Çünkü sevgi, doğuştan var olan bir duygu olsa da sağlıklı bir biçimde ifade edilebilmesi öğrenilen bir beceridir. Ayrıca yeni evli ya da henüz çocuk sahibi olmaya hazır hissetmeyen çiftlere “Ne zaman çocuk yapıyorsunuz?” sorusunu yöneltmek, farkında olmadan onları duygusal baskı altına sokar. Her bireyin ebeveynlik yolculuğu farklıdır; kimileri bu yolculuğa çıkmak istemeyebilir. Toplumsal duyarlılığımızı geliştirmek ve başkalarının tercihine saygı göstermek, olgun bir toplumun göstergesidir.
Unutmayalım: Evlilik bir amaç değil, bir yolculuktur ve o yolculuğun sağlamlığını ölçen şey, bir çocuğun varlığı değil, iki insanın birbirine olan saygısı, sevgisi ve olgunluğudur. Bir kişi, farkında olarak ya da olmayarak, çok kişiye örnek olur. Bu yüzden her birimiz, sevgiyi yalnızca kendi çocuklarımıza değil, çevremizdeki herkese doğru biçimde taşımakla da sorumluyuz.
Çünkü sevgi, çoğaldıkça derinleşir.

