DüşünceEdebiyatKasım '25Tugay Mola

Selam olsun sana ki bende bu akşam değişik elemlerden gelipte geçtim. Halim beni işgâl etsede ifşâdımı sen duyur. Tarih beni utandırdı da ne oldu ki? Atideki beni yeter ki sevindirsin. Tarihi başkasına bıraktım. Atiye kollarımı açtım. Ben koşuyorum. Belki de gönlümü kendimden emin yerlerde koşturuyorum. Orasını bilecek değilim. Ancak bu azab, dilimi konuşturyor. Bu hicrân kalemimi soruşturuyor. Ne diyor, ne söylüyor? Kimin umrunda değilleşiyor…devirleşiyor… zamansızlaşıyor… mekansızlaşıyor…

Kaderim heder bohçamda açılmaya dursun. Kederim kağıda saçılmaya dursun. N’olursun beni unutma… N’olursun beni hep sev. N’olursun beni hep an. Beni yâd et yâd-i hub âleminde…

Söylenip de yoluna devâm edene rastladın mı sen hiç?

Ey gözlerimin raslantıdan uzak gönlü…

Ey sevinçlerimin övünçlerinden gelen kutlu nefes…

Ey cân…

İnan! Pencerisini bu ağıda açan sen olmayacaktında kim kapısını kapatacaktı? Madem sen bu gece pencereden bakar oldun. O halde karşıyakaya gelip sana söylemek istediklerimden dolayı kapılarını kapatırsalar kapatsınlar. Ben başkasının kapısına “eyvallah” bile etmek istemem! İzzetle yaşamak istedim. Pencerenden gelen Tecelliyât-ı Esmâ’nın(c.c) edâsıyla, sefâsıyla, vefâsıyla sırat yolunu müstakim geçmek istedim.

Geçmek istedi de yol veren mi olmadı ?! Yürümek istedi de engel olan mı oldu? Küheylandan sonra çatlayan mı oldu da olduğu yerde kala kaldı?! Ne birisi nede ötekisi. Her birisinden geçeli nice zaman oldu. Zaman saati çalsa da kulaklarına birşeyler oldu! Fısıltılarımı dahi duymaz oldun. Ben bunu idrak etmekten acizim. Kararına düştüm! Kurbanın olayım…

Yarın gurub vaktinden önce yola çıkacağım. N’olursun son kez olsun burada bir şarkı söyle ki Şark âleminin bestesi mürekkebime dolansın.

İstikbâlin altın anahtarını ikbâlimin yazgısına sakladım… O yazgıya vakıf olmak için nice yolları akladım.Yolculuğumun bidâyetinden beri yârlarımı, canlarımı hazan gönlümde sakladım. Kâh yalvardım. Kâh yakardım. Kâh dualardaydım. Kâh zindan-ı harp anlardaydım. Kâh ağladım. Kâh anladım. Kâh-kâh ! Aldandım! Dünyâ hayatını ahiret hayatına bedel saydım! Yazıklar olsun bana…

Ah keşke ahiret hayatını dünyâ hayatına tercih etseydimde göklere sidre kanatlarla uçsaydım. Yer yer yakınına gelip güle oynaya reftâre yollansaydım. Ben de o has addettiğim Hub gönüllerde olsaydım….

Vur yolcum! Sende vur bu yarım kalmış mektubun Afyonî kalemine! Vur! Ama delhizlerden gelen çığlığı duyur! Duyur ki Hamdallah raksına kalkayım. Bu gece dökülmek isterim. Henüz mürekkebi konuşturmayı ikna edemedim. Henüz onunla pazarlık anımdayım. Ancak şimdi cebren hesaptan geçerken ağzımdan dökülenler kazara ayaklarının altına düşerlerse orasını gök yüzüm sayacağım. Orasını kâmerim, şemsim, nehârım addedeceğim…

Söylentilerin öyle niyetlenmeleri vardır ki kelâma pâdişah kesilmek ister ! Mürekkebe kalem seçilmek ister. Kağıda elem serpmek ister. Nasıl eder ? Bilecek durumda değilim !

Uzun zaman oldu ey cân…

Uzun zaman oldu. “Sen buralardan gittin gideli” demiyeceğim. Ben senden geçeli uzun zaman oldu. Ben senden uzaklaşalı nice zaman oldu. Senden habersizce yaşayalı epey zaman oldu. Ancak yâd-ı Hubun her zaman gönül yangınıma berdusselam oldu… Hep sana dua ettim. Hep rızayı sana istedim. Azabı kendime besteledim. Hep ayı, ışığı senin için seçtim. Hep karanlığı, zalamı kendim için deştim.

“Hak sende olsun” dedim. “Batıl ben olayım” dedim. Sen gülesin. Ben ağlayayım. Bırak gitsin tarih kitaplarını! Kitaplara yazılmayan bir vefâ saltanatı arzulamıştım. Sadakat devletini aramıştım. Belhi susturacak bir âlem intizâr etmiştim. Fethi çoşturacak bir kalem fikretmiştim. Etmiştim de ben ne demiştim?

Ey yolcu,

Duy.. gör… bil… Konuştuklarımı sen anlamamış olsanda anlayan gönüllerden bîhaber olma! Onların yüce nurâniyetlerinden istifâde etmeyi ihmâl etme! Belhi, Arz-ı Rûmdan uzak zannetme! Mekke ve Medine arasında zaman ve mekandan azad bir mefhumun inzâlinde gönül mescidinde diz çökecek olan yaralı gönle de merhamet et… Ona da dua et… Ona da selâm et…

Aracı koyma… Postacıyı yollara salma… Senin gönlünden gelen duâları ve selâmları ben ancak perdesiz kabul edeceğim. Saba rüzgarının haber getirdiğini defaatle yazanlara şahit olduk. Ancak gece âteşinin haber çaldırdığını defaatla yaşayana acziyetimle hala şahit olamadım. Kitaplara yazılamayanlarla, hikayelere sığdırılamayanlarla , zamana ve mekâna dar gelenlerle selâmını alacağım. Dualarını alacağım… Her birini adım adım sayacağım… ‘Yokluğum varlığın, varlığın yokluğum’ olsun deyip nâra atacağım…

Aslında dün geceden beri tövbe etmiştim. Artık yazmayacaktım. Ama neylersin ki hala yazmaktayım.

Dünya zalim nefsimize zulm eder.. Hudâ(c.c) bize de merhamet eder… İnşaallah!

(17 Ekim 2007)

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment