Defalarca gittiğin ama bıkmadığın yol… Her seferinde ayağına batan dikenleri çıkarıp, yeniden yeniden bastığın yer… Hiçbir şeye, hiç kimseye aldırmadığın ve içinde doyasıya yaşamaya devam ettiğin iklim… Zihninde gezen hayaline, yüreğinde yanan kor her eklendiğinde, bir kat daha harlanan o ateş… Aşk…
Binbir türlü labirent… İçinde farklı muhayyileler, değişik kapılar ve öğrendiğin/öğreten onca şey… İçinden sökün eden her duygunun, bir şekilde kanalını bulup mecrasına aktığı mümbit, zengin, tatlı kaynak suyu… Seslerin, solukların, hatta cisimlerin anlamını yitirdiği, mesafelerin kaybolduğu yolculuk… Sera’dan Süreyya’ya her şeyin yeniden keşfedildiği, tatlılaştığı bir umman… İçinde her daim esen o deli rüzgâr… Sıkıntıları binden bire indirdiğin, acılarını ve hadisatın boğucu atmosferini yüreğinde hiç hissetmediğin bir diyar… Acıkmak, susamak, uyumak gibi alışkanlıkların sekteye uğradığında, hiçbir acı, keder ve yoksunluk yaşamadığın o ulvi zaman dilimleri… Tekrar tekrar hatırlamaktan keyif aldığın, her tahatturunda simanda oluşan gülümsemeye mani olamadığın, değişik hâllerin enmuzeci…
Araya mesafeler girer, aşkına hasretin gölgesi düşer. Bulutlanır, mahzunlaşırsın. İçindeki aşkınla açan çiçek, bir anda hazana döner, yapraklarını dökersin. Yüzün gülmez, meyve vermez olursun. Sevdanın her cevrine tahammül gerek demiş şair. Her cevrine tahammül… Kabil midir? Taşıyabilir misin, taşınabilir mi onca yük? Herkesin kârı mıdır? Fuzûlî: „Bende Mecnun’dan füzûn âşıklık istidâdı var / Âşık-ı sâdık benim, Mecnun’un ancak adı var.“ Derken, böylesi bir yükten mi bahsediyor acaba? Ya da yükü taşıyan başkası, adı anılan başkası mıdır âşıklıkta? Her ne olursa olsun, çıktığımız yer aynı oluyor gibi… Aşk, her bağrı yanığın harcı değil…
Hep böyle midir, hep güzel midir her şey? Hiç yanıltmaz mı, bırakmaz mı, terk etmez mi bizi bu haller? Bırakır elbette. Hangi hâl sürmüş sonsuza dek, değil mi? İçinde sükûn bulunan, mavera yamaçlarına kanatlandıran, dünyevi buudun çok ötesinde, kalplere, zihinlere nakşolan aşk, sahibini alır, evc-i âlâya uçurur. Âşığın ayaklarının altından çekilirken dünya, o çok daha ulvi âlemlerin, ruhani katmanların üzerindedir. Gerisi?… Nasibine kalmış…

