DüşünceEdebiyatEkim '25Tugay MolaYazarlar

Bir! 1’in önünde ne vardır?! Sıfır! O sıfırın içinde ne vardır? Bir’den sonra ne varsa! İşte Bir olanlar vardır! Nefislerini tamamen öldürmüş yiğit oğlu yiğitler vardır! Gel, sen de sıfırla şu nefsini kardeşim! Gel, sen de çıkart at şu sayıları! Sadece Bir (c.c)’in önünde sıfır olarak! Hestiyi geride bırakarak! Terk-i hest-i değil! Terk-i terk! Sıfırlan! Aklanıp paklan! Hadi şahlan! Hadi, ama bu yol giran! “Dayanamayacak mısın?” diye küstahlık edemem! Sen kûn sofrasında söz verdin Allah’a (c.c) bu yolda yürüyeceğine dair. O hâlde… marş marş! Sen de bir sıfır ol! Sen de, evet sen de bir sıfır! Dostlar arasında bir Hızır! Sen de bir Said Nursî (r.a)! Sen de O yâr ( ra ) gibi..! Sen de bir sıfır ol onlar gibi!

Âlemleri ellerinde döndürdüklerini zanneden cebirciler! Kâinat hesabını bilemediğiniz takdirde her şeyde sıfırı bile kaybedip iflas edeceksiniz! Sen ey fizikçi! Fiziğin “Bir” Allah (c.c) kanunu olduğunu hâlâ ne zaman öğreneceksin!? Sen matematikçi! Artık üstüne düştüğün sorunları mana gözünle çöz! Sen şu bildiğini zannettiğin cebiri at ve Rab’bin (c.c) cebir sofrasına otur! Bak o zaman kıyamet yolcuları seni de hatırlayacak! Sen, Coğrafya’dan dem vuran Coğrafya muallimi! Gel! Gör! Ancak unutma ki gezdiğin ve gezdirdiğin yerlerin bir sahibi vardır! Dünya onun önünde sıfırlaşıp aczini ve fakrını gösterdi! Ya sen! Dünya gibi sıfırlan! Ve uyan! Sen tarihçi! Tarihten iyi dem vurursun! İki de bir Ege’den çıkan sanemi, kalamarı sofra başına korsun! Bırak bu aptallığı! Tarihi Ege’den çıkan taşa mı bağladın!? Hâşâ! Sen tarihe gel bizimle. Gözlerini aç! Talihsiz bir tarihi anlatmaktan vazgeç artık! Tarihe geçmiş, talihli hem de sahipli bir tarihe sahip çık! Oralarda yolculuk et! O siyere sen de vâkıf ol!

Ey bu yolda “vaktini hebâ eden nefs”i elinde taşıyan yolcu! Öyle engin sîneler var ki şu arzda buna tahayyülün bile imkân verip seni uyandıramaz! Ancak onların himmeti, hem izzeti hem kerameti seni bu yolda uyandıracak! Yıllarını şeytana köle olarak geçirdiğini fark edeceksin! Evet, fark edeceksin! Ve öyle nara atacaksın ki benliğindeki şeytanî zincir bir atom etkisi yaratacak İblis’in üzerinde! “Bunu da nereden çıkarttın?” deme! Bir defa da olsun nefsini dinleme! Kalbine in! “Ya Allah” diye zikir çekmesi gereken kalbine sor! O sana en güzel cevabı verecek! İşte sen, cebircilerin, fizikçilerin ve daha nicelerinin çözemediği âlemi çözüp âlemlere âlim olacaksın! Kaleminden, dilinden öyle şeyler dökülecek ki buna kendin bile şaşırıp kalacaksın! “Bu lütuf, bu ikram bana haddinden fazla.” diye çarşı ortasında yüzünü saklayacaksın! Evet, zaten saklamalıydın! Vefalı olmalıydın! Yalanları dışarı atmalıydın! O kapıda “Lütfun da hoş, kahrın da hoş.” diyerek yok olmalıydın! Ya Rab! Bahtına düştüm!

Nereden nereye geldik?! Size (bir) dersin sadece birinci kelimesiyle iktifa edeceğimizi bildirmek isteriz! Evet, sadece O Bir’in (c.c) önünde sıfırlaşmak isteriz! O Bir’in (c.c) önüne geçmeye çalışma küstahlığını hangi şir şebekesi cesaret edebilir ki? İşte firavnî şebeke orada! İşte Nemrûdî çete burada! İşte son zamanın Tikritî kilâbı şurada! Akıbetlerini gör ve ibret alarak yeniden sıfırlan! Her an! Bu yolun sonu çok güzel, dayan!

Ah, cancağız yolcum…

Demek ağlayan bir çocuk hissettin?! Hem suyun üstünde?! Anasından–atasından uzaklaşmış bir çocuk! Kimsesiz zannedip nasıl da sahiplenmeye kalkışmıştın. “Keşke senin elinde kalsaydı.” diyeceğimiz zaman bir baktık ki o kimsesiz zannettiğin Şanı Yüce Musa (a.s.) hem Hakk’a kavuştu hem batılı olduğu yerde boğdu! Evet, oydu! Bir asasını suya vuran! Ümmetiyle suyun ötesine varan! Ağlayıp coşturan! Evet, oydu! Allah’ın (c.c) inayetiyle oydu! Firavun’un elinde büyüyen ve o zulüm evini sahibinin başına yıkan Musa’ya (r.a) ve onun gibi Musa izdüşümlerine selam olsun!

O gün bir gönül meselesiydi! Bugün ise övün meselesi! Ne saraylar geriye kaldı, ne padişahlar! Evet, sadece hikmetli gönüller! Ah, keşke bende öyle bir gönül olabilseydim!

Ey kutsiler kervanında yoluna devam eden gönüllere sahip olanlar! Siz gönüllerinize sahipsiniz! Ama onun önünde Musalar gibi galipsiniz! O hâlden sonra gönüllerinizi öyle açınız ki bütün firavunvârî saltanatlar yok olsun! Gönlünüzde sadece ölmemişlere yer verin! Ne şehitler öldü! Ne veliler öldü! Ne gönüller öldü! İşte o ölmeyen gönüllerle yaşayacaksınız! Gönlünüzü beşikteki çocuk gibi hoplatacaksınız! “Gönlü yalnız.” diyenler aldansınlar! Sizin gönlünüz öyle bir sahibine râm olsun ki bütün Firavunları işte orada, hem şurada akan denizde boğsun! Allah’ın (c.c) inayeti var ya! O hâlde ümitsiz olma! Marş marş!

İşte ben de aczimi bildirip demeye getirmiştim ki bana da bir gönül kapısı açın. Bir pencere! Gönlüm yanan bir tencere! Kalemim bir testere! Bilemiyorum, bu gidiş nere? Evet, ben de, ben de! İşte gönlünüzdeyim yine!

Söz susar, kalem coşar! Kalem susar, söz coşar! Kim kimi yakalayacak belli değil! Bu hâlden sonra mütâlamızı yapmaya gönlümüz el vermedi…

Kim bilir, belki başka bahara!

(17 Nisan 2011)

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment