İçimde bir burukluk, bir hüzün, ya da adını koyamadığım birşey işte. Her yer beton, her şey soğuk, duvarlar ruhsuz, ışıksız… Karşıdan bakana ne kadar korkunç geliyordur burası. Her yerde demir parmaklıklar, soğuk koridorlar… Ama içinde iken bir garip oluyorsun. Ne hisseseceğini bilemiyor gibi. Beynin, kalbin donmuş gibi oluyor. Kalk diyorlar kalkıyorsun, yat diyorlar yatıyorsun, yemeğin geldi diyorlar yiyorsun. Öylesin işte, o kadarsın. Dışardayken adın, ünvanın ne olursa olsun, burada sadece tek bir adın var: mahkûm.
Hükmün verilmiş, kederin, ederin biçilmiş, onu tamamlayacaksın. Kimbilir kaç zaman geçecek? Kimbilir kaç kez güneşin etrafında dönecek dünya? Kaç doğumgünün, kaç yılbaşın, kaç bayramın, seyranın geçecek? Kaç kez duyacaksın sevdiklerinin sesini kirli bir ahizeden? Kaç kez yıkılacak umudun mahkeme salonunda? Kimbilir…
Geçen hafta neredeydim şimdi neredeyim. Kim derdi ki, bir sabah vakti apar topar götürüleceksin. Bileğinde soğuk kelepçeleri hissede hissede yürüyeceksin. Bir meçhule atar gibi atacaksın adımlarını. Son kez geriye dönüp baktığında soracaksın kendine; bir daha bu yollardan geriye dönmek nasip olacak mı? Evinin balkonu gözüne takılacak, balkonda annen, gözü yaşlı sana bakıyor. Eğilecek gözlerin. Ama utançtan değil, gözyaşlarını göstermek istememenden. Görüp de üzülmesin diye. Ve konacaksın buraya işte. Dört duvara, demir parmaklıkların tam ortasına. Yatağın bu diyecekler, dolabın bu. Yemeğini burda yiyeceksin, banyonu burda yapacaksın. Havalandırmaya şu saatte çıkacaksın. Umudu şurdan gözleyeceksin. Biter mi, bitecek mi diye şurda soracaksın kendine, içine…
Üzerinden bir hafta geçmiş. Tamı tamına yedi gün. Bugün banyo günüymüş, yıkanacağım. Sınırlı sayıda gömlek var yanımda. Başka türlü izin yok zaten. İlk kez üzerimi değiştireceğim. Belki bir nebze alışırım buranın havasına. Belki iyi gelir banyo yapmak duygularıma. İğne batırmışlar ve acımış gibi irkilirim. Tekrar yeniden başlar her şey.. Kalp durmuş ve yeniden atmaya başlamış gibi..
İşimi bitirip giydim yeni kıyafetlerimi. Bir değişiklik hissediyor muyum? Alışmış mıyım? Yoo.. Dolabıma uzanırken dikkatimi çekti gömleğimin kolu. Bu gömlek… Geçen hafta tam da bugün, çamaşır telinin aşınarak küflenmiş tarafına gömleğin kolu denk gelmiş ve pas lekesi olmuş diye anneme kızdığım gömlek.. Evet, o gömlek.. Pas lekesini buldum, sanki annemin eli oradaymış gibi okşadım, okşadım ve ağladım. Buraya geleli belki de ilk gözyaşlarım.. Annem ne kadar üzülmüştü kimbilir.. Kalbi kırılmış mıdır bağırmamdan? Gönlü mahzun olmuş mudur? Yeni bir çamaşır teli alıp eskisini çıkarmak, değiştirmek çok mu zordu da bağırdım ki anneme? Hiç işte… Hey gidi pas lekesi… Geçen hafta senin yüzünden anneme kızarken, bu hafta bu dört duvar arasında, dışarıya dair tek anım sensin. Sanki evden bir parça benimle birlikte buraya gelmiş gibi.. Dışardan herşeyi getiremiyoruz. Evden her şeyi getiremiyoruz. Ama anılar giriyor işte. Hem de elini kolunu sallaya sallaya giriyor ve kimse de dur yasak demiyor.
Kırdığım kalplerin kalbini görebilmem için girdim belki buraya. Bu pas lekesiyle gördüğüm anne kalbi gibi, yapmam gerekirken yapmadığım, görmem gerekirken görmediğim, hissetmem gerekirken hissetmediğim tüm var edilmişleri farketmem için girdim belki. Alışmak.. Nedir ki alışmak.. Bir sünger olsa siler temizlersin. Bir mum olsa yakar eritirsin. Bir rüzgar olsa geçene kadar sabredersin. Ama bunun adı alışmak değil, farketmek… Daha önce görmediklerini, duymadıklarını farketmek..
Yoksa başka türlü dört duvar olmaz, cendere olur burası.
Hatıralara, anılara, vicdana, tebessüme, affetmeye ağır ve kalın bir cendere…
Havva Küçük Konur