EdebiyatŞubat '23Tugay Molacrescent moon on a pink sky

Enelik Makamı

Tugay Mola

Gökler! Yerler! Dağlar! Rabbin teklifinden ürkerek kaçtığınızda insan nasıl da çalım satarak o teklifi yüklenip yükleyiverdi!? Herkesin vazifeden kaçtığı yerde insan “evet ben varım!” deme cür’etinde bulundu. Bir defa söz vermişti insan. “Vefâsız olmam” deyip benliğini konuşturuverdi.

Ey insan!

Emaneti emin ellerden yerlere düşürdüğünü ne zaman göreceksin?! Sen emaneti değil, benliğini yere düşür! Onu ez ezeceksen ayağınla! Onu as asacaksan! Onu öldür öldüreceksen. Bak hele o zaman Emanet Sahibi sana nasıl binler beden, yüzbinler ruh verecek! O bir verdiğinde sen yarım bedende bile bin âlem yaşayacaksın. Sen bin seste sadece “bir esma” duyacaksın. Sen binler gönül içinde sadece en Ecmel’ini bulacaksın.

İnsandaki ‘ben’lik ne ‘sen’lik bir vakıadır ne de ‘o’nluk bir kıssadır. Salına salına içine yurt kurt kuran benlik devletinin sınırları gün geçtikçe sınır tanımaz olur. Büyür de büyür. Sen ise o benliğinin büyüklüğü yanında bedensiz bir devlete sığınmak için mülteci hayatı yaşarsın. Öyle bir benlik ki zulüm, ölüm, bilmem kaç dönüm gönülleri savaş alanına dönderir. Memleketleri yıkar. Çocukcağızlarıları yetim bırakır. Namusu kaldırır. Kan akıtır. Gözyaşı çağlattırır. Tarihi hapseder. Âtîyi îdam eder. Öyle bir benlik ki “Firavn- Nemrut – Ebu Lehep cehennemine” padişah ilan eder kendini.

Daha fazla izaha gerek var mı? İbretler ve ibretlik serseriler ortada. Çarşı ortasında rezil olanların şu perişan hallerine bakıp bakıp üzülmüyor muyuz? Sakın geç kalma! Geç kalmak da ne demek! Bu son çağrıdır. Gel o pazara. Zamanında gel. Orası recm pazarıdır. Ben diyenlerin en ucuza satıldığı yerdir orası. Pisi pisine zillet içinde can verip geriye de miras olarak ibretlik ve korku verici cesedlerini bıraktılar. İlletlerini bıraktılar. Hikayelerini bıraktılar. Yalanlarını bıraktılar. Onların yalancılar zümresinden olduğunu bize ayan beyan gösteren Rabbimizin huzurunda bütün vücüdumuzu yüz üstü yere sererek secde edip aff dileniriz.

Ey yolcu!

Çıkart bu benliği içinden. Sen benden çıkart! Ben de senden çıkartayım! Sen çık üzerime, tekmele enaniyetimi. Ben çıkayım üzerine, ezeyim kibrini. Yeter ki ibretlikler pazarında ebediyyen recme maruz kalmayalım. Canını yaktığım için döktüğüm gözyaşları, üzerine berdusselam olsun inşallah! Bana acı verirken ağladıysan zannetme ki o gözyaşların boşuna gitti. İşte bak yanıp kavrulmuşum. Sen benliğimi kapı dışarı atmama yardımcı olmak için elinden gelen herşeyi yapmıştın, şahidim. Kor haline gelen varlığımın üzerine yağan meğer senin merhamet gözyaşların imiş!

Hem bak bir tane olan kendi benliğimizi bünyemizden dışarı attık, binler benliğe büründük! Ne perde kaldı! Ne perdeci! Sadece bir olan benlik, binler benliğe dönüştü! Herşeyin ben’i olduk, herşey bizden oldu, varlıkla bütünleştik. Ve o binler sadece “Bir” olarak görmeye çalıştı. Akıllar dürülmüştü. Diller yutulmuştu. Kor gecelerden kalbe nüzul eden öyle nagmeler var ki kalem yazmaya cesaret edemedi de bu vazifeden kaçar oldu. Ancak insan, yine alım-satımıyla bu vazifeyi almaya cesaret etti!

Kalem de bir emanetti. Kalem emanet ise o halde o kalemle Emanet Sahibi’nin nimetlerinden ve faziletlerinden anlatalım! Başka bir dava için yazacaksak bu yolun başında “lev enzelnâ” dağları gibi hestî olmak isteriz. “İnsan makamında” bir insan olarak yaşayalım! İzzetle ve şerefle bu vazifeyi yüklendiğimize yemin ettiysek, o halde bu yeminden dönmek emanet olan benliğe ihanet etmek değildir de nedir? Belki de dönmenin kendisi benliğin sapkınlığıdır!

Bize verdiğin emanete hakkıyla sahib çıkanlardan eyle yâ Rab! Öyle bir “ben” ki ne seni görür ne de bir başkasını! Ne atanı görür ne de evladını! Ne dinini dinler ne sevdiğini izler! O öyle bir lânet benlik ki sahte ilahlardan zina yoluyla bin veled doğurturur! Öyle bir benlik ki cehennemi tamamen içine alır da “hala içimde” yer var “hel min mezid” der… Lânet olsun bu sen gibi benliğime ey şeytan! “Bir ben vardı benden içeru”dan ben de isterim ya Rab!
“Allah’ın(c.c) atiyyelerini matiyyeleri taşır” der, geçen asırlardaki selefleri gibi geçen Zamanın Said Bediisi! En iyisi mi takip edelim bu dersi. Uyumak da ne demek? Bu sofrada “haza min fadli rabbi” diyerek çılgına dönenler varken bizim çıldırmamamız yakışır mı ki? Hani benliği bir kenara atacaktık!? Bir defa da şu benliği ayaklarımızın altına indirelim! Yollar açalım. Benlikleri ayaklar altında zift yapalım!
Hem içimize doğru öyle bir sefere çıkalım ki bu ne dinar için olsun ne de bir dirhem miras için olsun! Bu sadece kuşların dillerini, insanların gönüllerini ve gerçek benliğin sırlarını çözen “ilim” sofraları için olsun. Aradığımız bu değil miydi? Aç olduğumuzu kapı kapı faş etmedik mi? İşte nimet burada olsun. Öyle bir sefer. Gel şu nimetten küçük bir pay alarak büyük hakikatlere vakıf olalım! Bütün anahtarlar Allah’ın(c.c) kitabı ve Rasülü(nün sünnetinde. Hz. Nebi’mizin ifadesiyle şerefyab olmuş şu kelama kulak versek de içimizde yapmaya çalıştığımız sefere derman olsa. Öyle bir benlik seferine çıksak da bu yolun sonunda o benlik zannettigimiz beni ebediyyen dışarı atsak ve sadece Allah’a(c.c) ve Habibi’ne ben’imizin yerinde bu bedende.

Evet bu yolun sırlarından, hem imtihanlarından birisi de kullanılan ifadelerde ki dengedir! Hak karşısında en dengeli insanların bile dengesizlerce yok edildiğini yazıyor tarih sayfaları. Dengesiz bir düşünceye ve yaşantıya sahib olan “ene” makamının hainleri Hallacı nasıl da idam ettiklerini zannetmişlerdi! Oysa ki onlar kendilerini ebediyyen îdam ettiler!? Kimin haddine “bir benden vardı benden içeru” şakirdlerini çarmıha germek! Buraya nefis penceresini kapat da öyle bak. Allah (c.c) korusun, ne ben günahkar ilan edileyim ne de sen o günahkara aldan ! Rabbimiz bizi muhafaza etsin..

Ey bu mukaddes yolda benim gibi yürümeye çalışan, benim gibi emeklemeye çalışan ve gün be gün “ene” lik perdesiyle hır–gür dalaşan yolcu!
Gel! Sadece bu geceligine beraber olup şu “ene”lik perdesini yırtalım ve ondan kibri yere çalalım! Hak ile aramızdaki perdeyi kaldırıp bir “hak” da biz olalım. Atlarının üzerinde “bir ben vardı benden içeru” devletine hızla giden ve “garibler” görünümlü kutsîlerin eteklerinden tutunup o “Ene‘l-Hakk” ülkesine ulaşalım! Daha fazla vakit kaybedersek vaktinden önce “ene” diyen Firavundan farkımız kalmayacak. Rabb bizi muhafaza etsin. O beldeye giderken yolda yük ağır gelirse oracıkta verelim şu kıymetsiz malı/canı. Hiç olmazsa yolunda ölelim. İnfak bir ezelî haktır! O halde nefissiz hem bedensiz bir makamda seyri–sülûk yaşarken “ha gayret az kaldı” deyip birbirimizi kamçılamaktan dur olmayalım.

Secdeler olsun nefislerimizi elinde tutan O yegane “ENE” sahibine!

Lânet olsun ilahlık iddiasından bir türlü vazgeçemeyen benliğime, benliğimize, tüm benliklere!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment