Nâr-ı Hûb
Tugay Mola
NÂR-I HÛB
Geceler siz söyleyin, hani nerede rahmet?
Şafağın söküşü nerde Ey Şâh-ı Azamet?
Bugün bayram, yüzlerdeki sevince alâmet.
Eşiklerde yine ben! Dediler ki “az sabret”
Cibril-i Emin inmez ki arza, bekleyeyim.
Sancılarım yükselir şâha, hemen öleyim!
Gözlerim Yâkub! Nâr-i beyzâ cehennemdeyim.
Sinem kan revan Kerbelâ, çaresiz yerdeyim.
Sevinmek hayal, zira Mâh-ı Muharrem î’dim.
Asrın dehlizinden gelir bu kırık iniltim.
Gelecekteki nesiller anlarlarsa, derdim
Meğer “sevmek azâb ender azâb imiş” derim
Kırılan bütün acılar firarda kıyâmet.
Nerede hub dostlarım? Bu ne biçim felâket?
Dağıldı azalarım, imanım bir rezâlet!
Soldu gül, öldü bülbül; bahçevana selâmet!
İnsanlık O'nun için ağlıyordu. Pişmanlık O'nun için haykırıyordu. "Allahu Ekber" dedi de uçurdu kalbini göğün gönlüne. Ne geriye ne de ileriye! Eyvallah etmeden yağdı ızdırap dolu Aşk'ın sancısı. Sancı olmasaydı kalem yazmazdı. Acı olmasaydı mürekkeb cirit atmazdı. Acısız acı yaşamaktansa, acılarla acı yaşamayı dilenirim diyordu. "Cibril yere indi" diyenlerin Arz-ı Rûm'undan ben de geçtim. Ben de bildim. Ben de az da olsa o İlâhi aşkı tattım, kendimce, bir nebze. İşte o azıcık tadımlık İlâhi acımın ve aşkımın ardınsıra yıllar boyu yağmış durmuşsam şâha yükselmekti emelim. Hemen öleyim de o Aşk'ımdan ayrı kalmayayım vehimleriydi, o ıpıssız odalarda kitablara düşen mektubâtım. "Gözlerim Yâkub” demiştim. Eğer gözlerim Yâkub olsaydı ben şimdiye o Yusuf devletine kavuşurdum. Yalanmış meğer! Yazıklar olsun! O kıtada “Nâr-ı beyzâ alevlerdeyim" işâreti doğruluğuma (anlık da olsa) beşâret oldu. Evet sadece orada doğru söylemişim; "Nâr-ı beyzâ cehennemdeyim..." Eğer bayramım mâh-ı muharrem olsaydı elbette ben gülerdim. Ellerime tef alıp yedi cihan oynardım. Eğer öyle olsaydı... Eğer böyle olmuş olsaydı, değişen ne olacaktı ki? Asrın dehlizinden gelen hafakanımmış. Vallahi sevmek azâb ender azâbmış. Sürgünlerde ve nice acı dolu vakitlerde yaşayanın bir lahza da olsa o ilâhi aşkı galeyâna gelseydi yerküre sarsılırdı! Yerküre sarsılmadan ben yıkıldıysam bil ki aruzun, şiirin, bestenin, hecenin titremesini istediğimdendir. Dağlar yere yığılmıştı... Ocaklar göklere kırılmıştı... Yangın vardı her yerde! Sanki kıyamet! Sanki hesab günü! O anlarda olacaktı ki uzaklardan görünen O ay parçası tecellî ediverecekti arza... Sanki nârın içindeki nûr gibi. Sanki nûr'un gözündeki nâr gibi... Adı-şanı o sıralarda çıkartılamamış olsa da sanki o addan ve o şândan çıkartılıp da tecellî ediverecekti, ediverdi o an... Ey mağma gönüllü yolcu, yolcular önderi! Gül solmuş... Bülbül ölmüş... Bahçevân bahçesizliğine ağlarmış... Öyle mi? Lâkin. Kime ne? O'nun Nur'u tecelli etti yüreklerimize... Yetmez mi?!.