Ey Hüseynî Hasan devlet! Ey Hasenî Hüseyn devlet! Ey can mehabbet! Yazılanalara bakmadan yazıldı(lar) sana! Ey himmet! Ey devlet..!
Günahlarıma bakmadan yazdırıldığım mektuplarda gönül devletine yağdım. Belki küfürle yağdım. Ama Hak olduğunu bilerek yağdım. Küfrümü ancak senin hak devletin bilirdi. Kisrâlar yıkılalı nice oldu…
Gel gör ki kisrâlaşmış nefsim bir türlü yıkıldığının farkına varamadı. Her zaman iddia etti zannettiklerini. Bilen Allah’tır (c.c) deyip çekilseydim keşke! Nefsim bir türlü uslanmadı. Benliktir benimkisi! Ene’mi bir türlü aşamadım. Dövene elsiz, sövene dilsiz olamadım…
Nefsimin rezaletine rağmen/binâen geldim. Günahlarıma aldırış etmeden geldiğimi zannettim. O zannım sadece senin hak olduğunun tasdikçesiydi. Tasdik edilemesem de ezel ağıdımı sana yakmak istedim.
Kalblerinizde bir mezar olsaydım bunu kendime şeref sayardım. Yüzümü o cennet yüzlerinize çevirme yüzüm yok. Varlık içinde yoklanmış olarak geldim her seferinde. Görünmeden, bilinmeden, sezilmeden,… Serseriyi bildiklerini îmâ edenler beni asla tanıyamazlar. Sen biliyorsun bendeni ey devlet!
Günahkârların, zâlimlerin.. hallerini ayân-beyân görensin. Merhametin ve lütfun olmasaydı ben ve benim gibiler nederlerdi? İnsanlık âlemine açmış olduğun irfanlık besteler, miraslık hedefler her pâdişahın kârı değildir. Merhametin her âlemedir.
Huzuru yakîninde bana fiilen gözükmek nasip değildir. Bu halde olacaksam nasib olmasın da. Olmasa da önemi yok. Öyle birşey taleb etmekten uzağım. Hiç istemedim. Günahlarım ve hatalarım buna her zaman engel (idi). İyi ki engel! İyi ki dünya bucak günahlarına-iki yüzlülüklerine rağmen karşına çıkıp-oturup senden iltifat bekleyen müsvedde topluluğundan değilim. Bundan dolayı Rabb’ime (c.c) hamd ederim.
Arada mesafeler olsa da günahlarıma rağmen gönül devletine gelmek istedim. Sessiz-sözsüz. Harfsiz-bestesiz. Lâ mekan gibi… Lâ zaman gibi… Allah’a (c.c) olan aşkı, mehabbeti, ubûduyeti, kurbiyyeti sende gördüğümâ inanıyorum ve her zaman inanacağım.
Arada bir olsa da “geldim” diyorum. Gelen-giden yok(tu)! Olduğum yerdeyim. O sıra da gönül dağarcığımdan geçenleri kâğıda döküyor(d)um. Binlerin dillerini, hasretlerini canlandırıyor(d)um. Hâşa canlandıran ben değilim. O arada gönül kafesimde canlananlardır beni canlandıran. İşte o lahzalarda sana karşı konuşmaya yeltenmişliğimi bağışlayınız…
Benden kim? Devletine ulaşmak kime? Ooff! Çok uzağım. Sen ne kadarda yakınsın ey Halil İbrahim berdu selam. Ey tarihin rüyası, âtinin yüksek kararı…
Merhametini dileniyorum. Bağış ve duanı bende istiyorum. Bahtına düştüm, düşmüşlere ve geride kalmışlarada dua ediniz. Hele hele yere düşüpte yüzlerini senin gönül devletinden başka bir yere çevirmeyenlere… Nolursun onlara duan misli misli olsun. Mislinin bin mislisi gibi olsun efendim…
Bizler devletinde mişli mişli olsak da senin duan ve himmetin la zaman misli misli olsun. Aç-susuz-yorgun-soygun-vurgun-kırgın serserilerede merhamet eden Ahirzaman padişahımızsın….
Dünyada ve ukbada en büyük aşk Hz. Muhammed (s.a.v) için aşklanıp yaratıldı. Canda öyle Allah .b) ki aşkın en büyüğü ondan tecelli etti. Nice büyük aşk sultanları vardır ki hepsini bilip-bilmeden şad ederiz. Bilhak. Ahirzamanda hâli hazırda gönlümü şad eden/edecek olan senin devletindir. O yüzden-bu yüzden yine kapında havladım… Affet beni… Yazan ben olsam da susandım. Ben, ben’in her kelimesinden, her harfinden utanandım. Cüretinden-küstahlığından dolayı Allah’a (c.c) sığınandım ve senin devletinden özür dileyendim. Konuşma hakkım yoktu. Yazma hakkı almaya yeltendim. Hüdâ (c.c) beni affetsin. Sizde beni bağışlayınız.
Allah (c.c) seni can beytimizden ayırmasın…
Tugay Mola
07.07.2008