İstanbul’a Bahar Mektubu

İçimi döktüğüm şehre bahar gelmiş. Baharının etkisi yok düşümde, dünyamda İstanbul! Mutluluğun nasıl olur senin diye sorma. Hep böyleydin de deme bana. İstanbul, gözlerime bak ve gördüğünü anlat bana. Bahar mı gördüğün? Yanılıyorsun. Sen mi? Sen de değilsin görünen. Derine bak, daha derine cesaretin varsa. Yüreğime giden yoldan, Süveyda’nın harabelerine çıkan dönemece bak. Anla derdimi…

Aralık Kapı

  Aralık… Kapı aralık. Sessiz gecede. Issız yolda. Bir başıma. Karda kışta. Adımlarım boşlukta. Karanlığın ortasında. Bir ay ışığı kaldı dünyamda… İki yanım var iç içe: Çocuk yanım; hırçın, susmuyor, ağlıyor, sızlıyor, feryat figan… Diğer yanım; geçmiş karşısına, anlatıyor, tatlı dille, tebessümle, içten, gönülden, aralarına öğütler serpiştirilmiş masallar uyduruyor durmadan. Gecenin sonu gündüzdür, kışın sonu…

YAĞMURLU ÂMİN’LER

Yağmuru ağlamadan anlatmayı beceremediğim günlerin birinde, “hiçbir havayı sevemedim dünyadan, yağmurda ıslanmayı özlediğim kadar…” diye şarkı söyleyen çocuğa rastladım. Büyük/lendiğim aklıma ters gelen çocukça şeyler anlattı ufak seslerle… Mantıklı ol, dedim, “gerçek” denilen dağlar var burada. Korkup geri dönmesi için, içinde sakladığını en çok çocuk yanıyla sevenleri yiyen canavardan bahsettim. Korkmadı. Korkmadan sordu üstelik: –…