Akreple yelkovanın kavuşmamak için and içtiği gecenin içinden, derdine bir türkü saplanmış insanın içine nazar eyle gel..
Gel ki; çareyle çilenin ne kadar hısım ve bir o kadar da hasım olduğunu göresin.
Gör ki; gökkubbenin kimisine yâr kimisine dâr olduğunu bilesin.
Bir şiirin mısrasında yitirdiğin hayallerine sarıl ve öyle gel. Ana kucağından, baba ocağından, yâr sıcağından mahrum kalanların özetisin sen.
Sen; alemlere rahmet olanlarla zahmet olanların en ince çizgisi, riyâ ile hayâ arasındaki savaşın miğferisin.
Söylenmemiş her sözcüğün şafağında ‘kaybederken neyi kazandım’ diye söyle gel.
Kendini kendinde kaybedenlerin, kendini kaybedenlerin ve sadece kaybedenlerin farkını anladığında kaybedenlerden olmayasın.
Sözün gümüş, sûkutun altın, demirin bazen de tunç olduğu gerçeği işlesin dimağına. Mızrabın ezgi vermesine aldanma ki teli kopardığında şaşırmayasın.
Bir eylemin bin söylemden kıymetli olduğunu anla gel. Dilin darlık, kalbin ise varlık olduğu aşikâr olsun, olsun ki aynadaki yüzün yüzüne gülsün.
İnsan insanda aldanır, insan kendinde aldanır, insan en çok kendini aldatır. Aldanmaktan ve aldatmaktan kork da gel.
Yolun çetin, yolun yokuş, yolun çileli ve yolun kimi zaman çareler içinde çaresiz kaldığında, derdi verenin derdinden büyük olduğunu, yoktan var edenin varları da yok edeceğini unutmayasın.
İnsanın hüsran, insanın tufan, insanın mihnet ve nimetle yoğrulmuş olduğunu ve senin de insan olduğunu göz ardı etmeyesin. Yol Habil, yol Kabil, yol rahmet, yol zahmet..
Yol; bilinmezin koynunda ışıldayan metanet..
“Kimi göçmekte hasretle kimi ardınca mihnetle
Acep hayret değil mi göçen hayrân kalan hayrân”

