Sustuğumuz ama bizi derinden yaralayan o kadar çok şey var ki şu hayatta…Belki birçok şeye değmiyor ama insanı kendi içinde üzmeye, zehirlemeye yetiyor… Neticesi bir sürü düşünce kirliliği, yitik zamanlar ve içimizde kaybolup giden insanlar silsilesi…
Eskisi kadar kafama takmasam da bazı şeyleri, bazen yine de içimin almadığı, ruhumun kabullenmediği haksızlıklar yakamı bırakmıyor.Hak ettiklerimle vazgeçtiklerimi ayırdığımda fark ettim ki; elek altında ne de çok gereksiz çaba ve üzüntü biriktirmişim hiç değmeyen… Bize tüm bunları reva görenler rahat yüzü görmüyor, göremez. Oysa git bak kabir âlemine: Herkes ayrı ayrı ve zifiri karanlıkta yatıyor. Vaktinde büyüklenenler, oyun düzenbazlık içinde ömür tüketenler vakti bitince ayaklar altında yatıyor… Havasız, yemeksiz, içmeksiz, sessiz sedasız, elbette yapayalnız…Bir zamanlar yeri göğü inletenler, hatta hükmedenler artık güçsüz ve iddiasız kendi hükmünü bekliyor. Zulmetmiş zorba, iddialı ve pervasız kişi ölmüş ve beddualı yatıyor; öyle aciz, öyle yardımsız… Yiyip içip bolluk içinde böbürlenenleri de gördüm; öylece yorgansız, yastıksız taşa koymuş başını… Görünce ürperdim:
Zengin fakirin yanında,
Karun dilencinin bağrında,
Tüccar yılan yuvasında,
Zalim ile mazlum aynı sırada,
Dost, düşman, tanıdık tanımadık yan yana bekliyordu derin kabirde…
Sürekli emirler yağdıran hükümdarlar,
Güzelliği ile göz kamaştıran gençler vardı,
Öyle umursamaz, öyle sessiz, kıpırdamadan karıncalara yem olmuşlardı…
İnsanın en büyük imtihanı ve hesabı en zor verilen günahı şüphesiz iddiasındadır ve her iddia ispata muhtaçtır.
Vakti gelir, herkes iddiasından hesaba çekilir.
Kim kendini dev aynasında görürse ‘itibarı’ zerre olana dek küçülür.
Başkasında kusur bulan, hakka giren, zulmeden, kandıran her kimse kendisi de aynı kusura râm olur.
Dünyanın ve ahiretin kanunları elbet gün gelecek yattığı yerden kalkıp hesap soracak.
Bu devran hep böyle sürüp gitmez ki…

