Ey göynük* gönlüme can, kalb sancıma dermânım
Gelip Ravza’nda her an, yanmadığıma yazık…
Şu tövbekâr dîlimle ey gül şefâatkânım,
Şeker şerbet adını anmadığıma yazık…
Günah çölünde nasıl da susamışım cânım,
İstiğfar kevserine kanmadığıma yazık…
Tadı tuzu kalmamış ağzımla ey cânânım,
Senin ballar balına banmadığıma yazık…
Yolda oyalanmışım ey sebeb-i cinânım
Uğruna bütünümü sunmadığıma yazık…ª
Kirlenmişim sağın en sağından, duâkânım
Cennet havzına dalıp yunmadığıma yazık…
Senden başka yokmuş acıyanım, ağlayanım;
Ağyar eşiğinde uyanmadığıma yazık…
Yazık olmuş sensiz geçen ömrüme sultanım
“Sen! Sen!” diye diye adanmadığıma yazık…
Musa Hûb
21 Mayıs 2010 Cuma
Medine-i Münevvere
* Göynük: isim, halk: (Güneş altında) iyice olmuş, olgunlaşmış, yumuşamış. Ateş karşısında az yanmış, renk değiştirmiş kumaş. 6. Vücutta, darbeden meydana gelen iz, morluk. 7. sıfat: Bir şeyin yumuşaması, çürümesi hali. 8. sft. Yanık, yanmış, yanmadan mütevellit morarmış. 9. sft. Güneşte yanmış, kızarmış. 10. sıfat, mecazen. Acısı olan, hicranlı, ızdıraplı, kederli, elemli. 11. sft. mec. Üzüntüden ağlar duruma gelme, ağlamaklı olma haleti.
ª Uğrunda bütün yağmalanmadığıma yazık…


Senden başka yokmuş acıyanım, ağlayanım;
Ağyar eşiğinde uyanmadığıma yazık…
Yazık olmuş sensiz geçen ömrüme sultanım
“Sen! Sen!” diye diye adanmadığıma yazık…