Dr. Musa HûbDüşünceEdebiyatMayıs '23

– Allah’ın Meşîeti ve Muradı Bağlamında Sebeplere Riayetle Muvaffakiyet veya Mağlubiyet Tecellileri Üzerine Bir Tefekkür Gezisi –

Hak, eninde-sonunda sahibine döner. Kâinatın işleyiş sistemi boşluk kabul etmez. Çarkların dişlileri birbirinin boşluklarını doldurarak devr-i dâim eder. Keyfimize göre kullandığımız imkânlar, gün gelir elimizden alınır ve hakkını vermeye aday olanlara verilir. İmkânlar eldeyken insan âdil olmalı, yoksa insan da kalamaz. Gayesi sadece kazanmak (başarı) olanın elinde imkânların meşrusu, gayr-ı meşrusu olmaz. Gayesi gerçek insan olmak ve insan kalmak olanın eli ise sadece meşru imkânlara uzanır, harama tevessül etmez, çünkü tenezzül etmez.

İnsan, karakterine uygun hedeflere daha kolay ulaşır. Çünkü “Herkes ne için yaratılmışsa, ona göre (o gayeye kolayca ulaşabileceği fıtratla ve kabiliyetlerle) donatılmıştır.”¹ Ve “herkese yaratılışına uygun olan şey kolay gelir.”² Bundandır ki Peygamberimiz, iki helal arasında kolay olanı seçerlerdi.³ Ama fakat velakin, büyük başarılar, büyük emeklerle gerçekleşirler. Bazen aynı hedefe koşan aynı karakterler arasında fark ‘yaratmak’ için, ziyade gayrete, azm ü cezme gerek olur. Gayret dağları deler. Kolayca yapabilecekken yapmayan tembel kaybederken, zor da gelse, çalışan ehl-i gayret kazanır.

Hiçbir şey O dilemeden (yani meşîeti olmadan) olmaz. Her olanda mutlaka hayır vardır; şerri çok olsa da. Her olandaki hayır, O’nun muradıdır. Şer ise O’nun meşîetidir, muradı değildir. Olandaki hayrı almaya bakmalı. Olan, o hayır hürmetine olmuştur. “Gayret kuldan, tevfîk/başarı Allah’tandır.” Kim/ler, güç ve iktidarı elde etmenin sebeplerine riayet ederek Allah’tan isterse, o kendisine verilir; sünnetullahın işleyişi mutlak/cebrî muayyeniyet değil, şartlı muayyeniyet (determinizma) üzeredir; o şart ise, insana bakan yönüyle onun irade-i cüz’iyesidir, şart-ı âdîdir; Allah’a bakan yönüyle ise Allah’ın her bir sebebe ve neticeye (müsebbebe) izin vermesidir, meşîetidir, şart-ı âlîdir. Muvaffakiyet ve muzafferiyette tevfîk-i ilahî, sebepler zincirinin taçlandırılmasıdır. Tevfîk, o meşîetin tezahürüdür. Tevfik takdiri, tepeden (taçtan) değil, ayaktan başlar; yani Kader kalemi, insanın alınyazısını, onun alınterine bandırarak yazmıştır. Kader kaleminin mürekkebi, insanın alınteridir. Hayır veya şer, neticeye adım adım ilerlenir ve erişilir.

Neticesi hayır olan yenilgiler rahmanîdir. Sonucu şer olan başarılar ise şeytanîdir. Başarı veya yenilgi, öncenin sonucu, sonranın ise sebebidir; doğurduğu sonucun hayır veya şer oluşuna göre hüküm alır, hayır veya şer. En büyük şerirlerin fikir babası ve yardımcısı ise nefistir, şeytandır. “Allah kimin yanındaysa o kazanır.” Doğru, fakat bu söz doğrudan ahirete bakar. Dünyada sebeplerini yerine getiren gavur da kazanır, ama dünyalık! Bu söz elbette dolaylı olarak dünyaya da bakar; ‘ekstra inayet’iyle bazı sevdiği kullarını dünyada da kazandırır çünkü O. Allah’ın bir kulun yanında olması, rızasını da içeren bir birlikteliktir ve bu maiyyete eren çoğu Allah dostları, dünyada kaybetmişler, dünyalarını, dünyalıklarını; ebedî kazanmaya mukabil.

Demek ki Allah’ın sevgi ve rızasıyla yanında olduğu nice/çoğu has kullarının, hususî tevfîk-i ilahî dünyada değil, âhirette yanında oluyor. Eğer Allah dostları da, tıpkı düşmanları gibi dünyadaki başarı sebeplerine en az onlar kadar riayet etselerdi, onlar kadar, belki daha fazla başarılı olurlardı. Ne esbâbperestlik ne de cebriyyecilik! Müsebbib-i Hakîki’nin irade ve meşîeti haktır. O irade ve meşîetin tahakkuku olan sünnetullah da haktır. İnsan iradesi de cüz’îdir, ama sorumluluklarını üstlenecek kadar haktır, hakikattir.

Sanırım bir yerlerde büyük bir hesap hatası yapıyoruz veya hesapsız gidiyoruz; kaybedince de sorumluluğu kadere yükleyip güya vicdanımızı rahatlatıyoruz. Bu kadere imanı sû-i isti’mâldir, tedbirsizliği tevekkül diye isimlendirmektir, kılıf geçirmektir. Zarfı değiştirmekle mazruf değişmez. Surete makyaj yapmakla sîret düzelmez. İsimler değişse de müsemmâ aynı kalır. ‘Dindar’ın en büyük handikapı, kendisini (ve/veya başkalarını) din ile kandırmasıdır. İnandığı esasları en sağdan manipüle ederek işinin doğruluğuna gerekçe uydurmasıdır; zihnî konforu tercih etmesidir. Halbuki “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm, 53/39). Fazl-ı ilahî de o gayret-i insanîye fazladan lütfedilir.
Tarihten bugüne zamanın akışında hiçbir değişikliğe uğramayıp aynen ilkteki gibi işlemeye devam eden sünnetullah kanunları din ayrımı yapmaz. Sebeplere riayet ile muvaffakiyet arasında şartlı muayyeniyet (belirlenim) vardır; sebeplerin olduğu yerde sonuçların olması veya olmaması İlahî izne tâbidir, fakat o izin baştan verilmiştir. İlahî izin, meşîet-i ilahiyenin sünnetullah (kâinattaki câri prensiplerin işleyiş) nizamına mâni olmaz, olsaydı bidüziyelik (ıttırâd) olmazdı, adı ‘sünnet’ olmazdı, soyadı ‘bütün ilimler’ olmazdı! Fakat görünür sebeplere göre olacakken olmayan herşey de görünmeyen bir gizli sebepten olmaz.

Başarı sebeplerini yerine getirmeksizin başarılı olmak diye bir şey yoktur. Eğer bir başarı varsa, mutlaka birileri o sebepleri yapmıştır. Şu sebepler dünyasındaki ‘İlahî nizam’ denen sünnetullah sistemi ve prensipleri, mü’min – gavur ayrımı yapmaz, herkese eşit imkanlar sunar. İlliyyet sistemince, aynı sebepler aynı sonuçları doğursa da, Allah bazen ekstradan hususî inayetiyle veya inayetini geri çekmesiyle şaşırtabilir, ama onu da yine bir başka ince sebepcik üzerinden yapar.

Anladığım kadarıyla Allah’a iman edenlerin dünyadaki başarısızlıkları, çoğunlukla Müsebbibü’l-Esbâb’a itimat ve âhirete imandan dolayı, sebeplere hakkını vermiyor, uymakta kusur ediyorlar. Allah dostları da, düşmanları gibi başarı sebeplerine riayet etselerdi, en az onlar kadar belki onlardan daha başarılı olurlardı, işbu ekstra İlahî inayetli tevfîk ile. Allah nasıl ki ahirette hiçbir kuluna zerrece zulmetmez ama rahmetini dilediğine verir; öyle de dünyada eşit şartlara mücadele olur ama sebeplere riayet ve muvaffakiyetin, izn-i ilahî ile, meşiet-i ilahiye ve murad-ı ilahî ile doğrudan ilişkileri vardır; bahsi burada uzun çeker.

Altını özellikle çizmek istediğim husus şudur: Allah’ın meşîet burcundan tevfîk-i ilahî mü’min-gavur ayırt etmeksizin sebepleri yerine getiren herkesi muvaffak kılar ki sünnetullahtandır. Allah’ın, sebepleri yerine getirdiği için meşîetiyle başarı verdikleri içinden rızâ ve murad-ı ilahîsi ise muzaffer kâfirlerle değil, ancak hayır üzre olan müminlerle beraberdir. Peki mü’minler kiminle ve neyle beraberler, ne iş eyliyorlar? Allah’ın muradı sebepler içine gizlenmiştir. Sebeplerin sultanı ise insandır! Biz insanlar kâinat kütüphanesinde doğduk yaşıyoruz. Kütüphanede oturmak değil, okumak insanı bilgili yapar; düşünmek bilgin/bilge yapar. Hepimiz seçimlerimizin çocuğuyuz. Bireysel ve toplumsal seçimlerimizin sonucunu yaşadık, yaşıyoruz ve yaşayacağız.

Allah’ın muradı bazen gâlibiyettedir, bazen de mağlûbiyette; bazen gâlip olan için galebede, mağlup olan için yenilgidedir o rıza. Bir anda iki rıza! Mesela: Her şahsın veya şahs-ı manevînin üzerinde esmâ-i hüsnadan bir ism-i gâlibi ve bir de rabb-i hususîsi vardır ve bu ikisi bazen aynı, bazen farklı olabilir. İsm-i gâlipleri ile rabb-i hususîlerinin muradları ve rızaları ayrı ayrı ve bazen karşılıklı da olabilir. İşte bu sebeple: Celâlî veya cemâlî, ism-i gâliplerin karşılıklı tecelli keyfiyetleri bazen birinin muzafferiyet, diğerinin mağlubiyeti suretinde gözükebilir.

Seçimlerimizle kazanmış görünürken, sonuçta kaybedecek olabiliriz; veya tersi durumda kazanacak olabiliriz. Çünkü celâlî veya cemâlî, zâhirî yahut bâtınî, kâbızî ya da bâsıtî.. mütekâbil ve mütemmim isimlerin burçlarında İlahî murad, farklı sûret ve sîretlerde tecelli eder. Aynı anda aynı olayda, olayın fail ve mef’ullerine bakan muradı ve o murada göre onların tavırlarına karşı rızası başka başka olur. Zafer suretinin sîreti, tevhid-ihlas, tevazu-mahfiyet ile dolarsa, işte o zaman sîret ve suretiyle, mülk ve melekûtiyetiye bir zafer olur. Aksitakdirde muzafferiyet görünümlü mağduriyete müstehak olunur.

“İyiler kaybetmez, kaybedilir.” demiş Peyami Safa. İyiler, yani hakiki mü’minler, belaya sabırla, ihsana şükürle muamele eden ve böylece dâima kazanan acayip (şaşırtıcı) kullardır. Hayat maçı ölünce biter. Hiçbir mağlubiyet veya muzafferiyet, âkıbetin tescillenmesi değildir; zira kaderin şaşırtan sürprizleri çok olur. Bazılarına dünyada dünyevî muzafferiyet hayırdır, bazılarına şerdir; bazılarına dünyevî mağlubiyet hayırdır, bazılarına şerdir.

Bundandır ki Peygamberimiz: Bir hadislerinde “Ameller, niyetlere göre değerlendirilir.”⁴ derken, diğer hadislerinde:

“Ameller, neticelere göre değerlendirilir.”⁵ “Bir işi yapmak istediğinde onun sonunu düşün, eğer sonu iyi olacaksa onu yap, değilse ondan vazgeç.”⁶ buyurmuşlardır. Şer bir niyetle başlayıp hayırlı bir sonuçla biten ‘şerli işler’imiz, iyi niyetle başlayıp şer bir sonuçla biten ‘iyi işler’imizden daha iyidir. Neticeye göre hükmedilir, neticede de yine niyet esastır. “Köyü niyetle iyi murada erilmez”, doğru, ama yolda niyet tashihi her zaman mümkündür.

Neticede hepimizin ‘keşke’leri vardır, ama gün gelir, dünki keşke’lerimiz bugün/yarın hamdlerimizle taçlanır. Allah isterse, en şerlerden en hayırları çıkarır, ve bunu bazen bizim irademizle, bazen de bize rağmen gerçekleştirir. Rahmetine hüsn-ü zan üzere yaşamayı diliyor, ve o hüsn-ü zan üzere ölümü intizar ediyoruz. Rabb-i Rahîmimiz bizleri mahşer gününde ‘keşke, keşke’ diyerek dünya hayatına geri dönmek isteyen o mağlub, o müflis, o perişan kullardan eylemesin…

Musa Hûb

3 Kasım 2015 Salı
Ümraniye / İstanbul

 

Kaynaklar

 

¹ Ahmed b. Hanbel, 6/441 (27527); Hâkim, Müstedrek, 2/502 (3721).
² Buhari, Kader, 2; Müslim, Kader 9.
³ Hz. Âişe r.hâ: “Allah Resûlü (sav) iki iş arasında muhayyer bırakıldı mı, günah olmadığı sürece mutlaka en kolay olanı seçerdi. Eğer günah ise insanlar arasında ondan en uzak duran kişi o olurdu.” Buhari, 3560; Müslim, 2327; Ebu Davud, Edeb, 4.

⁴ Buhârî, Bed’ül-vahy 1, İmân 41; Müslim, İmâret 155.
⁵ Buhârî, Rikâk, 33, Kader, 5; Müslim, İman, 179.
⁶ Abdürrezzâk, el-Musannef, 11/165.

 

 

 

 

Görüşleriniz ve güncel takibiniz için:
E-mail: musahub@hotmail.com, twitter: @DrMusaHub

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment