AHLAK-I İSLAMİYE ÜZERİNE
Havva KÜÇÜK KONUR
Ahlak su gibi, hava gibi her yere giren, sızan, kendine benzeten, dönüştüren bir yapı. Karakter, huy anlamında da kullanabildiğimiz ahlak, insanın gerek kendi başına kaldığında, gerekse insanların içerisindeyken sergilediği, kendini oluşturan yapıtaşına denir. Ki bu yazıda da karakter anlamındaki ahlaktan bahsedilecektir.
Ahlak-ı İslamiye, müslümanlığı üzerinde gösterme, sergileme, yaşatma tavrı. Mü’min, bakıldığında ne kadar bu mü’min dedirtiyorsa imanını o derece yaşıyor demektir. Kimse için, kimseye rağmen, kimsenin inadına değil, bizzat kendi iç donanımıyla gösterdiği hareketler…
Şeklen bir değişimden bahsetmiyorum. İnandığı, yaşadığı, kendi iradesiyle yaşamayı seçtiği, yapma diyenlere aldırış etmeden yapmaya devam ettiği normal yaşantısı haline gelmiş değişimlerden bahsediyorum. Her insan, öyle veya böyle bir hayat sürüyor çünkü. Herkes bir şeyleri öncülleyip içine damıtıyor. Birilerinden etkileniyor, bazılarını taklit ediyor, birşeyleri okuyor, dinliyor ve kendi içini, benliğini oluşturuyor. Birşeyleri seviyor, hoşlanıyor; bir şeyleri sevmiyor, kaçınıyor ve böylece karakterini, ahlakını oturtuyor. Kimine çok dokunan bir söz, diğerini hiç etkilemiyor. Kimini üzen, ağlatan bir davranış, karşı tarafın dikkatini bile çekmiyor. İşte bunlar farklı mekanlarda, kültürlerde oluşturulan karakterlerin ortaya çıkardığı sonuçlar.
Ahlak dediğimiz şey ise, oturuşumuz, kalkışımız, yememiz, içmemiz, gülmemiz, konuşmamız ve bunları yaparkenki doğal akışımız… Kimsenin müdahale etmediği, şöyle yap deyip yönlendirmediği, bizim artık otomatiğe bağlanmış davranışlarımız.. Karakteri sağlam olan insan, sadece başkasının yanında değil, yalnız başına kaldığında da aynı hareketleri sergileyen insandır. Hayata bakışı, olumlu düşünmesi, iradesinin hemen devreye girebilmesi ve bütün bunları işlenmiş bir farkındalıkla yapabilmesi…
Ahlak-ı İslamiye dediğimiz ise, bütün bu akışı bozmadan, yani kendimizi doğal akışımızdan çıkarmadan hareketlerimize nüfuz edendir. İrademizin bizim elimizden çıkmasına izin vermemesidir. Ne demek istiyorum? İmanın dem ve damarlara işlemiş ve artık tek bir yerde değil, -yani kalpte mi akılda mı tartışmalarına atıf yaparsak- bütün bedene yayılmış ve her uzvun içine sinmiş haline ahlak-ı İslamiye diyoruz. Dinin, tesir etmişliğinin ete kemiğe bürünmüş hali.. Bediüzzaman’ın Hutbe-i Şamiye’de iman için dediği; “Evet, iman kalpte, kafada daimî bir manevî yasakçı bıraktığından, fena meyelânlar histen, nefisten çıktıkça ‘Yasaktır!’ der, tard eder, kaçırır.” cümlesinde de görüldüğü gibi bir tesir.. İçimizde yaşayan ve yanlışı gördüğünde alarm düğmesi gibi hemen devreye girerek bizi durduran, geri çeken muazzam bir güç; ahlak-ı İslâmiye..
Mümin, bu gücü üzerinde ne denli taşır ve ne kadar gösterirse, uzattığı şefkat elinden nasiplenenler o denli istifade edecektir. Hele ki içselleşmiş, sinmiş, artık bir ahlak haline gelmiş davranışlar, daha bir sarıp sarmalayacaktır herkesi. Dünyaya mesaj verme kaygısından uzak, sadece iyi bir şeyler yapması gerektiği için yapanlar, kendi kendine dönen ve aslında bu dönmesiyle devrini tamamlayan bir mevlevi gibi.. Her istidadın varması gereken netice aslında. Rabbim nail eyleye!