Hayat yolculuğumuz çok erken başlar bazen. Daha kendimizi tanımadan, hayatı, insanları tanımaya başlarız. Ruhumuzun labirentlerinde kendimizi kovalarken, içinde bulunduğumuz hayat merdivenlerinde çok şeyi arkada bırakmak zorunda kalırız. Yitirdiğimiz kavramlarımızın değerini geç anlarız. Çoğu zaman ne kadar önemli özelliklerimizi kaybettiğimizi fark etmeyiz bile. Gecenin zifiri karanlığında, sokak lambasının altında tek başına oturan yalnız ve çaresiz bir insan gibiyizdir. Acı olan, hayat anaforunda ayakta kalma mücadelesi verirken, koşuşturmanın, hengâmenin, insan yığınlarının içinde neyimizi, niçinimizi, nedenimizi de kaybetmiş olmamızdır. Bir küçük gülümseme, bir sevgi sözcüğü, bir baş okşama, ‘durdurun dünyayı inecek var’ çıkışıdır aslında. Bir an duraklama, bir süre bekleme, bir miktar sabretme çok şeyleri fark etmemize, pek çok kavramla yenilenmemize yardımcıdır. İnsanın insanlığının, ruhun tekâmül ve olgunlaşmasının resmini çeker bir yerde. Sıkıntıya düşmemiş, zorluklarla karşılaşmamış hiçbir ruh, ben mükemmelim deme lüksüne sahip değildir. Zorlukları ortadan kaldırmaya çalışmak, sıkıntılarla baş etmeyi beceremeyen ham ruhların gösterdikleri bir davranış biçimidir. Zorluklar olmalı ki onları nasıl çözeceğimizi bulalım. Sıkıntılar olmalı ki ona karşı nasıl mücadele vereceğimizi öğrenelim. İrademizi, kabiliyetlerimizi, hislerimizi kullanarak üstesinden gelmeyi bilelim. Yoksa melekler gibi seviyemiz bir noktada kalır, üste ve alta çıkıp inmezdi.
İnsanoğlu fazlaca rahatına düşkün, fazlaca vurdumduymaz ve umarsız olduğu için sıkıntı istemiyor, zorluk istemiyor hayatında. Meşakkatle karşılaştığı zaman da, baş etmesini bilemiyor, kırılganlaşıyor. Ya ümitsizliğe düşüp bütün gemileri yakıyor, ya da tamamen egosunu, benliğini şişirerek narsistleşiyor. İki ucu keskin bıçağın neresine gidersen git, zarar veriyor.
Hâlbuki insan dünyaya gönderiliş, dünyada bulunuş amacını idrak etse, unutmasa elbette hayatına daha fazla özen gösterecek, daha çok kendini dinleyecek, başına geleni çözmeye çalışacak, elinden gelmeyene de tevekkül edecek.
İnsanın en fazla rahatını kaçıran, rahatsız eden, sıkıntı veren şeylerin başında ölüm geliyor. İnsan sürekli etrafında birilerinin öldüğünü görünce kalbi acıyor, ruhu kanıyor ve bu sıkıntının kalıcı çözümünü arıyor.
Peygamberimiz (asm) ‘’Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çokça zikrediniz!” diyerek, ölümden kaçışın olmadığını, onu çok fazla hatırlayıp ölümden sonraki hayata hazırlık yapılması gerektiğini ne güzel ifade eder.
Sorunlardan, sıkıntılardan kaçış bir çözüm yolu değil. Sorunu çözme yolu hiç değil. O halde nasıl ölümle yaşamayı öğreniyorsak, meşakkatlerle sıkıntı ve zorluklarla da yaşamayı öğrenmeliyiz. Bu hem dünya hayatımız, hem de ahiret hayatımız için gerekli ve zorunlu.
Sorunların, sıkıntıların, meşakkat ve zorlukların hayatımızda problem çözmeyi öğreneceğimiz bir alan olduğunu kabul ettiğimiz, onlarla yaşamayı öğrendiğimiz, meşakkatlerin fazla geldiğini hissettiğimizde de yine dönüp yardımı, gayreti, problem çözme gücünü Allah’tan beklediğimiz bir dünya, bir hayat dileğiyle…
Allah’a emanetsiniz.
Havva Küçük Konur