Aralık '25Dr. Musa HûbDüşünceİlim

“… Saadet kendinin olan kuvvet demektir; umutla kâinata emniyet demektir. Varlıkların tam saadet verebileceklerine inanmak, geçici ve aldatıcı olana bağlanmaktır. Ruh ise kuvvetlerin kuvvetini yaratıcıdır. Ruhun bütünlüğüne ulaşamayan insan kuvvetsizdir. O benliğe yabancıdır, kâinatın kör bir esiridir. Bu insan, kuvvetini yok edici insiyakların tatminile iktidarsızlığa gömüldükçe benliğinden her gün bir parça uzaklaşmaktadır.

(Mabedde) umumî bir vicdan huzurunda, Allah’ın gözü önünde yapılan itiraf, uzaklaşılan benliği kendimizde tutabilmek için yapılan cehittir; benliğimez döndüren adımdır. Vicdan huzurunda günah çıkarmak vicdanı kazandırır. Kendi vicdanından af dilemek lazımdır. Samimiyetle ve dilekle itiraf, kaybolan ruhun kazanılabileceğine inanmak, ruhu kurtaracak kuvvetleri nefsinde toplamaktır.

İnsan, tabiat içinde mahkum olduğu sefalet halinden ancak mabedde kurtuluyor. Cüz’îyi istemek, cüz’î varlıkların yardımile kurtuluşuna inanmak ve bu mefkure ile yaşamak sefalettir. Bu aldatıcı iman, ruhu hiçbir zaman sıkıntıdan kurtaramaz. Samimiyet tanımayan, kendinin olmayan dinsiz ruhlar için zaruri mukadder olan ve sanatkârın, bütün cehdine rağmen sanat dünyasında tamamen kurtulamadığı bu havâsta ve şuurda, muhakemede ve vicdanda daimi olan tazyik haline dinler cehennem dediler…

Cehennem içlerimizdedir ve ondan ancak kendi hareketimizle kurtulmak kâbildir. Ruhların samimiliğini aramayanlar bu cehennemden çıkmanın ne olduğunu bilmiyorlar. Güneşi tanımayanın güneşe iştiyakı olmıyacağı gibi ruhun selametini aramayanlar içlerindeki cehennem içinde yaşadıklarını bilmiyecekler. Lakin bize bir selâmetin izleri gösterilmiştir; ruhtaki hayatın sırrı şuurlu insandan esirgenmemiştir. Dostluk hissi bu sıkıntıyı ifşa ediyor.

Kendi benliğini arayan sanatkâr, benliğin sırrını başka insanda tanıyor. Dostlukta esrarlı ve dinî bir şey saklıdır. Sanatkâr başka insanlarla derin ve gizli dostluk kurandır. Sanat eseri, sanatkârın ruhunu, başka ruhlara nüfuz etmekle kurtarıcı oluyor. Ancak (sanat eseri) bu manaya bir şiir, bir heykel, bir musikî parçası kıymetindedirler. Sanatkâr, evrensel dostluğu dileyen iradenin sahibidir.

Bu iradenin yaşadığı ızdırap da ruhu yabancı unsurlarla dolduran bu dünya hayatındaki cehennem azabından kurtarıcıdır. O ferde, hırslarla arasında insan nefsinin bağlandığı tabiatın ve bizzat nefsinin hiçliğini derin bir istihfaf içinde tanıtıyor. Hareketlerimiz ebedîliğe can atarlarken ruh ve vücutla ızdırabı karşılıyoruz.

Mukadderâtımıza ait hükümleri Allah’sız veremeyiz. İrademizin kâinatı önünde her adımda karşılanan engellerin karşısında durmak, iradeyi ve Allah’ı inkar etmek demektir. İlerlemek imanla kâbil oluyor. Yoksa esirliğe düşeriz; kâinatın, gayrın ve insiyakların esiri oluruz. Kâinatın ve nefsin engelleri insanların zincirleri önünde beden teneffüs ederken, ruh her an ölüyor, insan kendi hareketleri içinde ölüyor. Durmak, hareketin ölümüdür. Hayat devam ederken hareketin ölümü ruhu iskelet haline koyuyor. Bu ölümden kurtuluş, iradelerin iradesi karşısında verilecek bir kararla kâbildir.”

Ülkemizde yıkılış dönemini müteakip yetişen ender-i nadir mütefekkir ve mefkûre insanlarından merhum Nurettin Topçu’nun fikir ve irfanla yoğrulmuş “Mâbed ve Tabiat” makalesinden mülhem kaleme hutûr eden “yan notlar”ı yabana atmamak için, dipnot veya sonnot sadedinde nazarlara arz etmek istedim. İşte düşünen adamın düşündüren sözlerinden kalbe düşenler.. vakt-i merhûnu gelmeden kağıtlara zamansız düş(ürül)enler, düşükler, düşük düşünceler:

Dostluğa en çok ihtiyaç duyanlar sanatkârlardır. Sanatkârlar dostluğa en çok ihtiyaç duyan insanlardır. Bu ihtiyaç ise, ruhtaki hayatın sırrını arayıştan kaynaklanır. Kendi “aslı var-yok arası, faslı itibarî ben”liğini tanıyıp bütün fasılların aslı Büyük Mutlak Ben’i irfanla vicdanda bulmadıktan sonra gerçekten kalben itmi’nan, vicdanen huzur ve ruhen saadet olmaz. Kendi benliğini arayan şuurlu sanatkâr, benliğin sırlarını başka insanlarda bulur, bula bula kendindekini keşfeder. En mükemmel sanat insan. En büyük sanatkâr, kendini keşfeden insandır, kendinde Sanatkâr’ını keşfeden.

Ruhların karşılıklı teârüfü (tanışması) ile gerçekleşen karşılıklı tehâbüb (sevişme), dostluğu meydana getirir. Karşılıklı tanışan ruhlar sevişirler, sevişenler dost olurlar. Her bakış, her söz, her hareket ve her sanat eseri, iki kişinin veya iki topluluğun karşılıklı tanışmalarına ve sevişmelerine vesile olur. Konuşanlar anlaşır, anlaşanlar birbirini sever, sevişenler de birbirine dost olurlar. Şiirler, nesirler, kitaplar, şarkılar.. hep bilinmek, tanınmak, sevilmek, sayılmak ve dost olunmak içindir.

İnsanî dostluklardaki ilahî sır, gönüllerdeki cehennemî sıkıntıları bir ölçüde teskin eder. Başka insanlarla ikili olarak derin ve gizli dostluklar kuran sanatkâr ruh, bu ikili hullet ve uhuvvetin vâsıtasıyla bütün kâinatın ve içindeki mahlukatın ervahına adeta vâsıl olur, bütün insanî, hayvânî ve cemâdî ruhlarla iletişime geçer, mülk âlemini melekûtundan tutar, bir ölçüde yakalar, kavrar gibi olur. Mütekâbil kalplerin ve Mütehâbbîn Ruhların tanışmasında, kaynaşmasında, sevişmesinde ve dostluğunda ise Yüce Dost’u hisseder, O’nun tarafından dâima gözlendiğini, ilgilenildiğini, istendiğini, sevildiğini ve çekildiğini farkeder. “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn”u yaşamakta olduğunu anlar.

Demek ki: Hakiki hayat, iradeyle ortaya çıkar. İnsanî hayatın sırrı, dostluktaki esrarda saklı. Kainatın dostluğunu dileyen irade, ızdıraba düşer. İradenin ızdırabı ise, insanı dünya azabından kurtarır. Kurtuluş için hareket şarttır. İrade, hareketin ateşidir. İradeler iradesi ise “Fa’âlün Limâ Yürîd” (her an fa’âl) olan Fâil-i Mutlak’a, Cenâb-ı Mürîd’e âittir.

Halîlü’l-insân, Halîlu’r-Rahmândır. Habîbu’l-halk, Habîbu’l-Hâlık’tır. İnsanın dostu, Allah’ın dostudur. Allah’ın dostu, insan dostudur. Allah dostu olmayanlar, insan dostu da değillerdir, veya henüz olamamışlardır, olgunlaşamamışlardır, yoldadırlar, yarımdırlar, çeyrektirler. Halkla dost olamayanlar, Hâlık’a da dost olamazlar. Yaradan’a yaratılmışlardan yol vurulur. Allah dostluğunun ilk mayalandığı ve hem felsefesiyle, hem de pratiğiyle geliştirildiği yer ise insan gönlüdür, insanî dostluktur.

“Eğer bu dünyada kendime bir halîl / dost edinecek olsaydım, o sen olurdun ya Ebâ Bekr!..” sözünün sahibi Halîlullah/Habîbullah Efendimiz (sav), Allah için sevmenin/sevişmenin bir evliyalık yolu olduğunu onlarca hadîs-i şerifinde müjdelemişlerdir. “Allah için ve Allah’ta sevenler/sevişenler” demek olan “Mütehâbbûn Fillah”, insanî dostluktaki ilahî dostluğu haber vermektedir. Demek kalpten kalbe yol vardır, dosttan da dostlara, Hz. Dost’a yol vardır, yollar vardır.

Hâsılı…

Bu dünyada her insanın en az bir tane hakiki dosta ihtiyacı vardır, kendi benliğini tanımak için, kendinde O’nu bulmak için, hem dünyevî, hem de uhrevî saadetin sırrına ermek için. Bir kişinin gönlünden Hz. Bir’e, oradan sonsuz ve sayısız birlere ulaşmak.. Hulletten Ehadiyyet’e, oradan da Vâhidiyyet’e erebilmek için… Hayatında sırasıyla Şems-i Tebrîzî’yi, Selahattin Zerküb’u ve Hüsameddin Çelebi’yi kendisine bir halîl, bir celîs ü enîs, bir yâr-ı vefâdâr ve bir harîm-i esrâr edinen Mevlânâ Celâleddin olabilmek için…

Ruhun semasında esen bir nefhayla gönle nüzul eden birkaç reşhayı paylaşmış oldum…

Musa Mub

22 Aralık 2010 Çarşamba

Libadiye / İstanbul

 

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment