Aralık '25Dr. Musa HûbDüşünceİlim

“Fransız resim sanatının önemli simalarından Henri Matisse (1869-1954), Auguste Renoir’dan (1841-1919) 28 yaş daha genç olmasına karşın, iki ünlü ressam iyi arkadaşlardı ve sık sık görüşürlerdi. Hayatının sonlarına doğru Güney Fransa’da bir köye yerleşen yaşlı Renoir, son on yılında evinden çıkamazken Matisse onu hemen her gün ziyaret etti. Romatizma nedeniyle neredeyse hiç hareket edemeyen Renoir parmaklarını dahi oynatamıyordu. Fakat bu ağır hastalığına karşın fırçayı eline bağlatarak resim yapmaya çalışıyordu.

Bir gün Matisse, yaşlı ressamın her fırça darbesinde duyduğu büyük ıstırapla mücadele ederek stüdyosunda çalışmasını seyrederken dayanamayıp sordu: “Auguste, romatizmadan kıvrandığın, bu kadar acı çektiğin halde neden resim yapmayı sürdürüyorsun?” Renoir derin bir tefekkürle “Güzellik kalıcıdır, acı geçici…” cevabını veriverdi. Bu cevap onca çileye sabrın sırrını ifşa etmeye yetmiştir. Renoir ölünceye kadar tuvalinde çalışmaya devam etti. En ünlü resimlerinden biri olan “yıkananlar” tablosunu ölmeden yalnızca iki yıl önce, hastalığa yakalandıktan on dört yıl sonra tamamladı.”

Gerçek hayattan bir kesit bu. Kur’an’da: “İnsana ancak el emeğinin karşılığı vardır.” [Necm, 53/39] buyuruyor Biricik Sevgilimiz Rabbimiz. Antonio Fogozzias: “Büyük yapıtlar meydana getirmek için acı ve ıstırap çekmek gereklidir.” demiş. Belki de “Ben kim, Allah sevdalısı olmak kim!” düşünceleri nefis ve şeytanın insana fısıldadığı en sağdan vesveseleridir. Hani karınca hac için yola çıkmış gidiyormuş. “Sen Hicaz’a ulaşamadan ömrün biter.” demişler. “Hiç olmazsa yolunda ölürüm ya!” cevabını vermiş. İşte olay budur! Allah’ın sevgisi ve rızası uğruna sürekli sahih bir niyetle sağlam bir gayret içinde bulunma…

Evcil kedinin pençelerindeki güç bir köşeye sıkıştırılınca ortaya çıktığı gibi, kim bilir insanoğlu da alnından terin boşandığı anlarda en kuvvetlidir, yorgunluktan bîtâp düştüğü sıralarda en güçlüdür. Rahatı zahmet, zahmeti rahat takip eder. Ne olursa olsun, her türlü gayret alkışlanmaya değerdir. Hayy’dan gelen Hû’ya gider demişler. Emeğini çektiğin şey senindir. Çilesiz muhabbetler de şıpsevdiler gibi çabuk biterler, saman alevi gibi ansızın sönüverirler… Ateşîn delikanlımız, bir kızın gönlünü etmek için ne türlü meşakkatlere katlanıyor, halden hale giriyor, iyiliğin bütün kapılarını deniyor, övgünün şiir kitabını yazıyor, gece-gündüz hayaliyle yaşıyor, herşeyde adeta sevgilisinin silüetini görür gibi dalıp dalıp gidiyor. Bir ölümlüye olan sevgi böylesine ölümcül bedel isterse, Yegâne Ölümsüz’ün sonsuz sevgisi meccanen elde edilebilir mi?!

Kim bilir kalb sahibi her mü’min, belki her birerlerimiz ahirzamanda sevgi şaheseri bir Yunus, bir Mevlana olmak istiyoruzdur. Fakat onların bir ömür damla damla alınterleriyle büyüttükleri göz nuru gönül aydınlığı sevgi çiçeklerini bağrımızda yetiştirecek iradeyi, sabrı ve gayreti ortaya koymadıktan sonra nasıl olacak ki! Cenab-ı Mevla, bizleri sevsin, sevgili kullarına bizleri, bizlere onları sevdirsin, diye dualar ediyoruz; ne güzel, ne hoş. Sözlü dualarımızı fiil ve davranışlarımızla onaylamazsak, yani Allah’ı seven sevimli bir kul olamazsak, nasıl sevilecek ve sevdirileceğiz ki!.. Hayatımız içimizi tasdiklemeli, niyetlerimizi onaylamalı.

Gönül bahçemizde açan sevgi ve dostluk çiçeklerini yetiştirmek ve yaşamalarını temin etmek bizden, bahçevanlar gibi alınteri ister, ırgatlar misali emek ister. Habib-i Vedûd’a has olan sevgi çiçeğimizi de salih amellerimizle, ibadet ü taatlerimizle bakım-görümünü yapabiliriz, ter ü taze canlı-kanlı olarak yaşatabiliriz. Taatler, ilahî sevgimizin gıdasıdır, besinidir. Yüzlerine bakıldığı zaman önce Allah’ı hatırlatan evliyaullah, bulundukları velayet/dostluk mertebesine yata yata değil, “aşıklara uyku haramdır” fehvasınca zikr ü evrâdla yorgun gecelerin sabahlarında vâsıl olmuşlardır.

Hz. Ömer (r.a.) gibi hergün sormalıyız kendimize: Bugün Allah için ne yaptın? diye. Sormalıyız, çünkü sevilmeye eşedd-i ihtiyaç ile muhtacız. Sormalıyız, ve dahi sorgulamalıyız, tâ her gün Allah’ı hoşnut edecek, hatta iftihar vesilesi olacak ameller ortaya koyabilmek için. Eğer sevgimizin gereği birtakım fedakarlıklarda bulunmazsak, sevgimizde ve dolayısıyla imanımızda sahici olduğumuz iddia bile edilemez. Sevgimizin bahçevanı olmalıyız, sevdiğimizin hizmetkârı ki onu hakkıyla yaşayabilelim ve yaşatabilelim.

Auguste Renoir’in âhir ömründe binbir hastalık ve olumsuzluklar cenderesinde çizdiği muhteşem tablosu gibi, ölüm sonrası hayatımızda, kalplerimizdeki sevgi çiçekleri meyveye duracak ve Cennet’in muhteşem tablosunu, harika sanatlarını ve hayale gelmez nimetlerini bizlere sunacaktır. “Güzellik kalıcıdır, acı geçici…” Yüce Kitab’ımızın “bâkıyâtü’s-sâlihât” dediği “hayırlı ameller” ebedîdir, diğerleri fani. Çilesiz saadet olmaz. Yumuşak döşeklerde dava adamı yetişmez, hele lider hiç yetişmez. Rahat ve rehavetin kucağında dahiler zuhur etmez. Dehayı yetiştiren, mezellet toprağıdır. Lideri çıkaran toplumsal daralmışlıklardır. Hepsi bedel ister. Kolay elde edilen, kolaylıkla elden gider. Başarıların arka mutfağında ciddi emekler, hummalı çalışmalar vardır. Cennet’in de, Cehennem’in de iç yapı malzemeleri bu dünyadan gider. İyiler ve iyilikler Cennet’i oluşturur, kötüler ve kötülükler de Cehennem’i meydana getirir. Her insan, ister bu dünyada mutluluk cennetini, isterse ukbada cennet mutluluğunu ancak ve ancak gözünün yaşı, alnının teri ve kalbinin kanı ile hak edebilir.

01 Haziran 2003 Pazar

Tottenham / London

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment