Dr. İsmail KüçükdurgutDüşünceMart '25

Ramazan gelince, genelde Ramazan’la özdeşleşmiş olan şey sanki “dünyadan biraz daha el-ayak çekip, daha bir ruh ve kalbe yönelme.”
Resulullah (sav) ve daha sonra nice Müslüman hele son on günde, mümkün olduğunca kendilerini ibadete vermişler.
Yalnız cevap aramamız gereken bir soru var. Ne derece Dünya, ne derece Ahiret olacak. Aslında bu, genelde Müslüman’in dengesiyle ilgili ama Ramazan’da daha bir önemle ortaya çıkıyor. Ölçü olarak “Hiç ölmeyecek gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışma.” prensibini almalıyız.
Nasıl ki bunu diğer 11 ayda kullanıyoruz, Ramazan’da bu çizginin dışına pek fazla çıkmak diye bir şey olmasa gerek. Olmasa gerek değil, teraziyi öteki tarafa eğmenin de bu uyarıyı çağrıştıracağı şüphesizdir. Ne Dünya tarafını ne de ahiret tarafını hepten ağırlaştırıp dengeyi kaybetme; hem dünya hem de ahiret açısından hiç umulmadık sonuçlar doğuracaktır.

Yahudilik dünyaya çok meyillidir, Hristiyanlık’ta ise ruhban bir kesim vardır ki, mesela Mora yarımadasındaki rahipler gibi münzevi bir hayat sürerler. Yahudilikte dünya ve Hristiyanlıkta ise âhiret/ruhbanlık düşkünlüğü vardır dersek, İslam’da bunların hiçbiri yoktur. Yoktur da ne vardır?

Müslüman, dünyanın değerini Yahudi’den fazla bilir, Ahirete de ruhban bir Hristiyan’dan daha fazla düşkündür. Hiç ölmeyecek gibi dünya’ya sarılırken, yarın ölecekmiş gibi ahirete yapışır. İkisinden birini elinden çekip almaya kimsenin gücü yetemez. İşte bu sözü edilen denge, orta yol denen şey uzun süredir yanlış tanımlanmış.

Resulullah (sav)’in işareti ve sünneti, orta yolu iki tarafa da çok fazla meyledip, terazinin iki kefesini de tonlarca ağırlıkla doldurmak şeklinde tanıtmıştır. Bu belki çoklarını şaşırtıp duraksatacak bir iddiadır.

En başta referans olarak aldığımız hadisi şerif, Resulullah ve sahabenin hayat düsturlarıdır. Bu yüzdendir ki, daha bir asır geçmeden Hz. Ömer (ra) İran’a ve Kudüs’e girebilmiştir. Kudüs’e yamalı elbise ile eşek üstünde girmesi bir şey değiştirmez. Neticede dünya nefsine girmiş iddiasında bulunmuyoruz. Nitekim Resulullah’ın de dünya sevgisi kalbine girmemiştir. Lakin, çölden çıkan bu insanların Endülüs’e varan serüvenleri, alt tarafı üç kuşakta dünya devi olmaları öyle kolay iş değildir. Bunun sırrı Allah’ın inayeti ve onların sanki hiç ölmeyecekmiş gibi dünya üzerinde çalışmalarındadır, ama sırların sırrı ise hepsinin Allah için olmasıdır.

Bugün Müslüman’lar, Bedir meydanındaki gibi bir varoluş mücadelesi içindeler. O zamanki ortam var. Çeşitli görünen ve görünmeyen ordular tam hücum halinde. Şeytan, son gücüyle Ademoğlu üstünde büyük taarruzu başlatmış. Bu durumda bir Ramazan ve hemen Medine’ye bağlanıp, oradaki Ramazan’ı bir alalım. Medine’de böyle orduların etraflarında cirit attıklarını, tehdit unsurlarının ortalıkta dolaştığını haber alan Resulullah ve Müslümanlar, oruçlarını tutmaktalar ve yarın ölecek gibi ahirete yönelmişler. Bununla beraber, acaba bu tehdit unsurlarını hiç değilse Ramazan geçene kadar başımızdan savalım, sonra harekete geçeriz düşüncesi var mı acaba? Tehdit unsuru: Mekke birlikleri çölde hızla yaklaşıyorlar, kervan geçiriyorlar, stratejik açıdan önemli bir durum. Ramazan da var ortada, ne yapmak lazım? Derhal harekete geçiliyor. Belli bir süre sonra olayın mahiyeti biraz değişiyor. Tehdit derecesi düşüyor, daha düşük bir mahiyete dönüşüyor. Artık Ramazan olduğu için geri dönülebilir ve Ramazan’a devam edilebilir, ama Resulullah (sav), zirhini kuşanmış bir peygamber geri dönmez diyor ve önce kendisi orucunu bozup herkese orucunu bozduruyor.

Medine ehli, Peygamberleri ile birlikte oruçlarını bozup tehdit unsurlarına karşı harekete geçiyor.

Bu bir yönyüyle, evet bir yönüyle “hiç ölmeyecek gibi dünya için hareket etme”dir. Bunu dışarıdan gören bir Hristiyan Ruhban asla anlayamaz.

Bedir örneğinin Ramazan’da gerçekleşmesi tam olarak İslam’ın denge meselesinin aynası olduğu gibi hem de daha sonra Müslüman’ların neden o kadar başarılı olup dünya hakimiyeti kurabildiklerinin de manasını izah etmektedir.

Müslüman dengeyi iki tarafa da ‘aşırı eğilim’ göstererek kurar. Yani dengesinin altında aşırı ağırlık ve hızlarla hareket eden büyük kütlelerin merkezkaç kuvvetleri vardır. Bu kalp ve ruh’la da çok alakadadır, hatta böyle bir denge kalp ve ruh kaynaklıdır. Allah inancı ve sevgisi insan kalbinde azim ve kararlılık doğurur. Ruhunda her saniye milyon şimşek çakan biri haline gelir. Sonsuz atom bombaları potansiyelinde bir iç enerjisi içinde patlayıp durur. Rabbi, Resulü, Kuran’ı, Dini, İmanı, Hocası, ecdadı, milleti aşkına atını dünya’nın deryasına sürer durur, sürer ve bir daha sürer, tekrar tekrar sürer, deli divane sürer durur, ortalığı alıp götüren ahir zaman sellerine sürer durur, Ramazan gelince bir kere sürecekken iki kere sürmeye başlar, binbir azim ve telaşa ve harekete daha geçer. Kalp ve ruhunun gelişimi ile daha da hırs ve azime sarılır.

Mesela bir insan der, acaba nasıl olur da utanmadan ben Bediuzzaman’i seviyorum der de, onun dediği baharda açacak çiçek nesil ben olup biran önce onu haklı çıkarayım diye kendini parçalamaz. Bu bir namus davası olmuştur, madem ki o öyle dedi, öyle birtakım sözler etti bu benim namus davamdır, o dediği insanlardan biri ben olmak zorundayım, onun haklılığını ben kanıtlamalıyım, onu haklı çıkarmalıyım, der. Boyle dediği için de bir bakarsın öyle bir işe girmiştir ki Ramazan onu her sabah 150 kmyol gidip akşam yine 150 km yol gelirken, aç, bitkin, yorgun, hasta, halsiz bulur. Her akşam, belki yatsı namazını yorgunluktan çatlayan bir küheylan olarak kılıp, belki namazın ortasında uykuya dalmakta veya düşüp kalmaktadır. Sonra da ayılırsa, hala yorgunluktan çatlayan bir kuheylan olamadım gitti diye iç geçirir belki. Günde 4 – 5 saat ancak uyur. Dünya ve ahiret için kendini oradan oraya atar durur. Ortada vefa borcu vardır, liyakat azmi ve yemin vardır. Ant vardır. Büyük bir ant vardır içilmiş olan. Kanına işlenmiş bir ant vardır.

Hastalıklar, yorgunluklar, zorluklar ona şiir gibi gelir, O’nun kalbinde sevdikleri vardır, boy boy. Allah ve Resulü, sonra diğerleri. Ben nasıl edip dünyadaki herkese Allah ve Resulunu sevdirebilirim çilesi Ramazan’la daha da artar. Sonra içindeki bu dünyayı Kuzey kutbundan Güney kutbuna Resulüne imanen ve kalben tâbi etmek hayali ıstırap seli olur yağar. Çaresizlik içinde, boynu bükük ağlaması, iç çekmesi bir anda harekete dönüşür. Ramazan’la artan bu hissiyat fırtınası, ayağına tuğla düşmüş birinin yerinde duramadan hoplaması gibi onu yerinden fırlatır. O böyle büyük hayalleri gerçekleştirecek büyük işleri yapamayacak bile olsa iğne ile kuyu kazarken çatlayıp gidecektir, çünkü onun kalbine balyoz gibi inip duran Allah aşkı vardır, Resul vefası vardır, sevdiklerine vefa gösterebilme açısıyla kıvranma vardır.

Böyle ızdırapları Ramazan’la daha da duyan bu insan bu ızdırapla harekete geçer. Ne olursa yapmalıdır ama mutlaka bir şeyler yapıp durmalıdır. Böyle ruh haline sahip biri belki Ramazan’da birkaç işe birden başlayacaktır, Ramazan bitmeden mesailerini arttıracaktır, daha birçok kısa ve uzun vadeli işlere başlayacaktır. Derhal dünyada insiyatifi ele geçirmeliyim gibi çoklarına çılgın gelecek hayallere bile kapılabilecektir. Böyle büyük kalp ve ruh insanı büyük ve hatta asla misli duyulmamış davaları güdecektir. Onun büyük hayalleri ve sevdaları olacaktır. Ramzan ise bunları daha da buyütecektir.

Hayır, hayır, Ramazan asla dünya’yı boşlama zamanı değildir, belki aksine dünya üzerinden ukbaya koşma zamanıdır.

Allah aşkı ve Resulullah vefası olan herkes, derhal kalkıp bir işlere koyulsun, meydana çıksın. Bahar çiçeği olup açmak lazım, evet, evet tam olarak sizsiniz, böyle bir vefakarlık göstermeye aday eşref-i mahlukattan biri sizsiniz. Kalkın, koşun ve gerekirse çatlayın. Bugün kuheylan olup koşma günüdür. Kalkın, koşun ve çatlarsanız, Ramazan’da çatlayın. Son kozunuzu bugün oynayın ve son nefesinizi bugun verin. Bugün, bu Ramazan günü sizin Bedir’iniz olsun, yatıp, oturup yemek yiyeceginiz saati bekleme günü değil. Ramazan, aç kalıp kalıp, sonra yemek yeme saatlerini bekleme ayından ibaret değildir ki, ruh ve kalbe azim ve sevk doldurma, bu azim ve sevkle Bedir meydanlarına çıkıp dalışma ayıdır.

Ah o eski Ramazan’lar… Ramazan öyle bir eda edilirmiş ki, çöl ortalarında günlerce dolaşılıp nice Bedir meydanlarına çıkılırmış.

Bugün, bu Ramazan günü sizin Bedir’iniz olsun, yatıp, oturup yemek yiyeceğiniz saati Allah ve Resulünü düşünerek ve sevdiklerinizin dualarıyla çalışarak geçirin. Gerçek bir oruç bu.

Tüm oruçlar bu olsun. Ne kadar oruç varsa, hepsi siz olmalısınız.

Günümüzde yorgun, bazen de hasta olanlar… Vücudunuza sahip çıkıp onu Allah’a çok daha fazla yaklaştıracak işler yapmalısınız. Hep beraber kalkıp çalışacağız ve hep birlikte yeni bir dünya kuracağız, siz ve biz…

 

Dr. İsmail Küçükdurgut

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment