Ağustos '24Dr. Musa Hûbİlim

Eski Said’in ‘ruhî buhran’la başlayan ve Yeni Said’in tahkiki imanla taçlanan seyr ü sülûk serüveni gösteriyor ki:

İnsanı buhrana sokan inkisarlar, onun insaniyet hakikatini kaplamış olan gaflet perdelerini veya duvarlarını da paramparça ediyorlar. En büyük inkisarlar, inkişafların ateşleyeni oluyor. Çünkü karanlığın dibine çakılmak, bir çakmak gibi idrake çakar ve çıkan kıvılcım şuuru ateşler ve kalpte bir aydınlanma başlar. Dibe çakılmak, çakmak işlevi görür. Her dibe çakılanın kafasında bir çakmak çakar, fakat yanan ışığa tabi olmak veya olmamak, kulun meyline bakar. Kul seçimini ışıktan değil, karanlıktan yana yaparsa, işi bitmiş olur. Sülûk süreci, karanlık, aydınlık, farkındalık ve nihayet furkanlık ile taçlanır.

Çamuru misk ü amber sanmak, idrake çakan çakmağın ışığını izlemeyenlerin, vicdanlarını bükerek susturmaları sonrası evrildikleri kendini inandırarak kandırma gaflet-i muzaafıdır. Başkasının ışığıyla (!) aydınlandığını sanıp yıllarca kendini kandırmaktansa, kendi ışığını bulmak için karanlığın dibine dalmak ve oradan hakikat-i insaniyenin ışığıyla rahm-i kalbinden yeniden doğmak ve kendi olarak var olmak daha hayırlıdır. Işık, karanlığın bağrından yükselir.

Bediüzzaman’ın dediği gibi, “Kendisinde nur olmayan bir insan, muhitinde bulunan nurdan istifade eder.”[1] Eğer başkasının ışığı gerçekten ışık ise ve gerçekten onunla aydınlanılıyorsa ve bu bir kendini kandırma değilse, tabii ki ışık nereden gelirse gelsin, baş göz üstüne kabul edilir, ama için ışığı, en iyisidir; çünkü kişinin kendisine aittir.

İnsanın harekâtı temayüllerine ve meyillerine dayanır, onlar da çok hassas ince ölçülerle şekillenir, derecelenirler. Peki iyi ve kötünün mili birimlerle belirlendiği bir hayatta terazilerdeki küçücük bir dengesizlik çakmak ışıklarında fark edilebilir mi? Elbette her meselede istikameti gösteren hidayet ışığı, kalbin hissiyat ve letaifinden birine mutlaka yansır. Seçimi meyiller belirler. Hakikat derdi olan, uzak da görünse ışığa meyleder. Yetersiz olanların veya konformist sürülerin ‘hakikat bükücü meleyişleri’ni değil, içindeki o hususi rabbinin ışığını izler.

Hâdî ismi, insanın bütün uzuvlarının istikamet çizgisine yönelik hidayet ışığını her birine mahsus olmak üzere kalbe/beyne gönderdiği gibi, başına gelen her bir olayda da istikameti gösteren ışığı mutlaka gönderir. Aksi, bütün şıkları yanlış olan çoktan seçmeli bir imtihan sorusuna döner. Belki de en aydınlık, en uyandırıcı ışık, karanlığın dibine çakılma anında idrake çakan ışıktır, çünkü en şiddetli, en sert bir çakılışın çakmağıyla yanmıştır; ve son ışıktır, köprüden önce son çıkıştır. Sonrasında kalp ya açılır ya mühürlenir.. Bazen on yılda bir ancak mühür sökülebilir.

Şu da var ki; köprüden önceki çıkışların çoğu işaretsizdir, belki son çıkışa işaret olacak bir his gelir ama belki de orada derinden kader hükmünü verir. Mührün kalbe basılması ile işlemesi arasında fark vardır; basılması da, işlemesi de kalp sahibinin bu işleme sebep kötülükleri ısrarla işlemesi neticesidir. Ölmedikçe ümit hep vardır.

Kalbin mühürlenmesi[2], bir kahr-ı ilahîdir. el-Kahhâr, neticesi cemal-i hidayete çalışan bir celalî isimdir; el-Hâdî isminin önündeki engelleri kahreder. Kahra uğrayan kişi o anda eğer ölecekse, ânında her yeri hidayet ışığıyla dolar, amma iş işten geçmiştir; gargara hâlinde iman kabul edilmez. Yok, ölmeyecekse, perişan halde hidayetle yüzleşir; alır veya almaz.

Kahhâr isminin mülk âlemindeki tecellisi, kimi/neyi kahrettiğine göre zahiren hayır veya şer görünebilir. Fakat melekût cihetiyle daima güzeldir. “Melekutiyet ciheti herşeyde güzeldir. Şu cihette esbabın tesiri yoktur. Vahdet öyle ister. Hattâ hayat ve ruh ve nur ve vücut, iki vecihleri şeffaf ve güzel olduğundan, mülken ve melekûten vasıtasız dest-i kudretten çıkıyorlar.” (Nursî, Mesnevî-i Nuriye – Nokta – s.1371).

Kahhâr ismi, kahriyet tecellisi ile, keffaret veya zecr olarak kahrettiği kişideki hidayete mâni perdeleri tamamen kaldırır ve o kişiden ibret alacakların zihinlerindeki/kalplerindeki perdeleri ise aralar. Celalli kahrın sonu da cemaldir. Kahhar ismi de Rahman ismi gibi mutlak manasıyla her şeyi kuşatır ama zamanı geleni kahreder, gelmeyenler tecelli etmez. Kâinatta kötülük değil, iyilik asıldır. Allah’ın bütün isimleri iyidir, celâlileri de sonuçlarıyla iyidir; çarpılanların sonları bir açıdan kötü de olsa iyidir.

Hidayet denen şeyin hakikati, insanın kendi içindeki bir ilahî aydınlıktır. Dıştan gelen etkiler, o ışığı ortaya çıkarmak içindir. İç ışığı olmayan olmaz; bu, esma-i hüsna halitası olan mahiyet-i insaniyeye terstir, dinin teklif edilmesine zıt düşer. Kimi iç ışığına uyar, kimi de azar.

Firavun’un Kahhar ismiyle ölmesi, son anda da olsa hakkı ve hidayeti fark edip hem de iman etmesine sebep olmuştur, ancak imanı kabul edilmemiştir. Eğer yatağında kafir olarak ölseydi, bundan da mahrum kalacaktı. Beş-on sene önce veya sonra ölmek, çok da önemli değil.

Tüm mucizeler gibi Kızıldeniz’in yarılması, Firavun’un aklında bir pencere açmıştır ve içine bir ışık sızmıştır. Ne var ki o, ışığa rağmen karanlığı tercih etmiş ve kinine/hırsına yenik düşerek Hz Musa’nın peşine düşmüştür. Boğulacağı son anda imana gelmiştir ama iş işten geçmiştir. Böylece itiraza mazereti kalmamıştır. Kahra ve cezaya müstahak olmuştur.

İnsan öldürülürken bile niçin öldürüldüğünü bilmek ister. En ağırı, niçin öldürüldüğünü bilmemektir. Öldürürken niçin öldürdüğünü söylememek, öldürülene ölümden beter ceza olur. Herkes gibi sıradan bir acıyla kâfir olarak ölmektense, son anda hidayeti kabul ederek ölmek yeğdir. Firavunun son ânda imana gelerek ve niçin helak olduğunu bilerek ölmesi, hiçbirinden habersiz bir kâfir-i eşedd-i gâfil olarak ölmesinden hakkında daha hayırlı olmuştur.

Sonuç:

Olanda hayır vardır. İnkisar ve buhran istenmez, fakat gelirse de tahammül edilir, getirdiği hayra odaklanılır. İnkisarlarla gelen buhranları, ruhî daralmaları, olabilecek en hayırlı istikamette değerlendirmek lazımdır. Nitekim iyi tarafından bakanlar için çok büyük inkişaflara, tahkiki imana ve kemâlâta vesile olur. Şerden hayır çıkar ve çıktığında en hayırlısı olmuş olur. Küfürden çıkan iman, zulmetten çıkan nur ve buhrandan çıkan huzur gibisi yoktur. Olan olmuştur. Olması gereken midir de olmuştur veya değilmiştir. Bunun pratikte hiçbir faydası yoktur. İtiraz ile zaman ve hadiseler bir saniye bile geriye alınamazlar.

İnsan için buhranla gelen huzur, şu hakikate imandadır: “Herşey ya hakikaten güzeldir, ya bizzat güzeldir, veya neticeleri itibarıyla güzeldir. Ve bu güzellik, rububiyet-i âmmeye ve şümul-ü rahmete ve tecellî-i âmmeye bakar.” (Nursî, Mektubât / 28. Mektup, s.528). “Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.” (Nursî, Sözler / 18. Söz, s. 89).

Yazım Tarihi: 11/07/2024

Londra / İngiltere

 

Dr. Musa Hub*

* Bu yazı, Dr. Musa Hub’un X hesabındaki bir paylaşım serisinden hazırlanmıştır.

[1] Devamı: “Muhitinde bulunmasa kavminde, kavminde bulunmasa nev’inde, nev’inde bulunmasa fıtratında, fıtratında mümkün olmasa dünya menfaatleri için lisanında vardır. Bu da olmasa, evvelce iman edip sonra irtidat edenlerin evvelki nurlarına işarettir. Bu da olmasa (münafıkların nurlarından maksat) dünyaya ait gördükleri istifadelerine işarettir. Ateşin, fitnelere işaret olduğu gibi. Bu da olmadığı takdirde daire-i imkânda olan nurları, vücut dairesine indirilmiştir. “İşteravü’d-dalâlete bi’l-hüdâ”daki hidayet gibi.” Nursî, İşârâtü’l-İ’câz – s.1203.

[2] “Büyük Türk âlimi Mâtürîdî’ye göre kalp mühürlenmesinin sebebi; gaflet, nifak, inkâr ve zulüm türü psiko-sosyal eylemlerinden sonra kalbin pişmanlık duyup tövbe etmemesi, içsel arınma ile kalbî halini düzeltme konusunda aklı ve iradeyi iyi yönde kullanmamasıdır. Dolayısıyla kalp mühürlenmesi bir sonuçtur.” (Osman Oral, “Mâtürîdî’ye Göre Kalp Mühürlenmesinin Psikososyal Sebepleri”, Turkish Studies, 2020 – Volume 15, ss.499-517).

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment