Nitekim Cenab-ı Hak, bir ayette mealen şöyle buyurmaktadır: “Hiç şüphesiz sen pek yüksek bir ahlâk üzeresin!” (Kalem, 68-4)
Hz. Muhammed (asm) son semavi din olan ve hükmü kıyamete kadar geçerli olacak İslam dinini getirdiği ve bundan sonra da herhangi bir din ve şeriat gelmeyeceği için , o da peygamberlerin sonuncusu olmuştur. Ondan sonra resul ve nebi gelmeyecektir. Malumdur ki, bu âlemde her şeyin bir başlangıcı ve nihayeti olduğu gibi, Hz. Âdem (a.s.) ile başlayan peygamberlik müessesesi de Hâtemü’l Enbiyâ (asm) ile son bulmuştur. Cenâb-ı Hak, peygamberlerin en ekmeli olan o Zat’ın (asm) eline semavi kitapların en mükemmeli olan Kur’ân-ı Azimüşşan’ı vermiş ve nübüvvet müessesesini o Hâtemü-l –Enbiya (asm) ile tekmil etmiştir. Hz. Muhammed’in (asm) Hatemü-l Enbiya olduğu Ahzab suresinde şu şekilde ifade buyrulmaktadır. “ Muhammed sizin ricalinizden hiçbirinin babası değil ve lakin Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah Alimdir (her şeyi bilendir).” (Ahzab, 33-40)
Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliği ile insanlık din açısından, ilerlemenin son noktasına erişmiştir. Ondan sonra başka peygamber beklememeli , Muhammed’in hal ve ahvali izlenmelidir. Allah her şeyi çok iyi bilendir. Onun için bu hükümleri emrediyor. Allah, yeryüzünün halifesi olarak yarattığı insanlarla irtibat kurmak için, onlardan bir kısım insanları temsilci olarak seçmiştir ki, bunlara peygamber denir. Her ümmet için bir peygamber gönderildiği gibi, bu ümmet için de Hz. Muhammed (asm) peygamber olarak seçilmiştir.
Şüphesiz, kimin bu temsilciliğe, bu peygamberliğe layık olduğunu Allah bilir. Bu nokta-i nazardan insanın yaratılışından itibaren her zaman ve mekânda peygamberlere ihtiyaç olmuş ve her ümmet için bir peygamber gönderilmiştir. Ahir zaman ümmetinin peygamberi ise Hz. Muhammed’dir (asm) ve son peygamberdir. Hz. Muhammed (asm), son peygamber olarak seçildiği için, bütün peygamberlerde bulunan bütün güzel ahlâkın hepsini en mükemmel şekilde şahsında cem etmiştir. Tarihçe-i hayatı, bunun delilidir.
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halkedildiğinden, harekât ve sekenatı, itidal ve istikamet üzerine gitmiştir. Siyer-i Seniyesi, kat’î bir surette gösterir ki her hareketinde istikamet ve itidal üzerine gitmiş, ifrat ve tefritten içtinab etmiştir.”( Lem’alar, On Birinci Lem’a)
Elbette böyle bir zat, bütün beşer için her sahada bir numune-i imtisaldır. Nitekim Cenab-ı Hak, bir ayette mealen şöyle buyurmaktadır:
“Hiç şüphesiz sen pek yüksek bir ahlâk üzeresin!” (Kalem, 68/4)
“Kur’anın beyan ettiği mehasin-i ahlâkın misali, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Ve o mehasini en ziyade imtisal eden ve fıtraten o mehasin üstünde yaratılan odur.”( Lem’alar)
Bütün kâinatta tecelli eden esma-i İlâhiyenin ruhunda kemal derecesinde tecelli ettiği o Zat (asm), sema-yı esrarın menbaı, iki âlemin güneşi, ilim ve hikmetin mazharı idi.
Peygamber-i Zîşan Efendimiz (asm) insanlara hidayet yolunu göstererek, onları kendileri gibi mahlûk olan putlara, yıldızlara, ateşe ve batıl şeylere tapmaktan kurtarıp, onlara Vahid, Ehad ve Samed olan Zat-ı Zülcelâl’i tanıttırıp, yalnız ona ibadet edileceğini bildirip tevhidi ilan etmiştir. Zira o Zat (asm) kalplerdeki kat kat buzları eriterek, yerlerine nice gül ve meyveler yetiştirdi.
Geçmiş peygamberlerin her biri, ancak muayyen bir sahada muvaffak olmuşken, Peygamber Efendimiz, (asm) insanı kemâle erdiren ulvî seciyelerin hepsinde numune şahsiyet olmuştur.
Hz. Musa’nın mertliği, Hz. Harun’un şefkati, Hz. Yuşa’nın şecâati, Hz. Eyyub’un sabrı, Hz. Davud’un cesareti, Hz. Süleyman’ın azamet ve saltanatı, Hz. Yahya’nın sadeliği ve ubudiyeti, Hz. İsa’nın tevazuu ve Hz. Yusuf’un iffet ve güzelliği en mükemmel bir surette Hazret-i Peygamberin (asm) şahsında cem olmuştur.
Peygamber Efendimizin (asm) hayatı bütün ahlâk ve adabın mücessem bir tecelligâhıdır. İnsanı, hakikatleri kısa zamanda şimşek gibi bir sür’at ile ikmal ederek, herkesi istidadına ve kabiliyetine göre saadetin en yüksek mertebelerine çıkardı. Âlem, onun ile yeni bir devr-i nur ve devr-i saadete girdi.
Onun irşadıyla Asr-ı Saadette 124 bin sahabe irşat olup, iman ve tevhid yoluna girdikleri gibi, ondan sonra da nice müçtehitler, mürşitler ve evliyalar yetişmiştir. Bütün Müslümanlar da O’nun irşadıyla iman nimetine kavuşmuş, takva, amel-i salih ve istikamet üzere yaşamaya devam etmektedirler. O’nun en büyük irşadı, insanlara Cenab-ı Hakk’ı tanıtmak, onun razı olduğu hakikatleri ders vermek ve ebed yolcusu olan insanların ebedî saadete kavuşmalarını sağlamak olmuştur.
“Bütün mahlûkatın en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bahiri ve en azîmi ve en kerimi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etemm ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semavatın bütün mevcudatını latif secaatıyla, leziz nağamatıyla, ulvî tesbihatıyla vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelib-i zîşanı ve benî Âdemin bülbül-ü zül-Kur’an’ı Muhammed-i Arabî’dir (asm).” (Sözler, Yirmi Dördüncü Söz)
1. Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, resuldür.
2. Ekmelü’r-Rusüldür.
3. Hâtemü’l-Enbiyadır.
4. Risaleti, âmmedir.
5. Şeriati, sâir şeriatlerin mehâsinini cem ile onların nâsihidir.”(İşaratü’l İ’caz, Bakara Suresi 4. Ayetin Tefsiri.) “Madem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir. Elbette, nev-i beşer onun caddesi haricinde gidemez ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.” (Mektubat)
Hazret-i Muhammed (asm) kâinata rahmet olarak gönderildi.( Enbiyâ Sûresi: 107)
Ve en son gönderildi. Yani onun dini ve mesajı kâinata ve kâinatta var olan her akıl sahibine necat verecek ve tüm zamanlarda bütün insanları kurtaracak bir bilgi kaynağı ve merhamet hazinesi olarak, hep insanın medenî seviyesine ve akıl düzeyine uygun şekilde nâzil oldu. Eğer ilk din olarak gönderilseydi, ilk insanlarca anlaşılmaz, kavranmaz ve yaşanmazdı. Yani bu son zamana gelen Allah’ın dini ve şeriatı, ilk insanlar için teklif-i mâlâyutak olurdu. Bu din ve kitapla Peygamberimiz (asm) ilk zamanda gelseydi, güç yetirilmeyen dinî emirlerle ve okunup anlaşılmayan âyetlerle gelmiş olurdu. Bu durumda ise bu din âlemlere necat, kurtuluş kaynağı ve rahmet vesilesi olmazdı.
Çünkü meselâ insanlar henüz sosyal hayatı teşekkül ettirmemişken zekât, sadaka, hac emri, anlaşılır emirler olmazdı. İnsanların günahları henüz ayyuka çıkmamışken, Allah’ın bağışlayıcı olduğu haberi yeterince kavranmazdı. Fitne, fesat, kavga, gürültü, öfke, kin, nefret duyguları yeterince tanınmadan, yaşanmadan, bu duyguların arsızlığı bilinmeden, güler yüzlü olmanın, iyilik yapmanın, yardımsever olmanın, bağışlayıcı olmanın, hüsn-ü zan yapmanın iyi ahlâktan olduğu hakikatini insanlar tam kavrayamazlardı. Güzel ahlâk tüm üstünlükleriyle ortaya konamazdı. Çünkü insanın ferdî ve sosyal seviyesi henüz buna hazır değildi.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “Eski zaman peygamberleri ümmetlerine Kur’ân gibi izahat vermediklerinin sebebi, o devirler beşerin bedeviyet ve tufûliyet devri olmasıdır. İptidaî derslerde izah az olur.” (Şuâlar, s. 200) Demek, insanlığın iptidâî medeniyetler yaşadığı eski zamanlarda, gelen peygamberlerin derslerinin az olması sırf Allah’ın rahmetidir. Yani, ilk insanın fizikî, sosyal ve psikolojik yapısına uygun şekilde Allah’tan vahiy gelmesi gerekiyor ve bu vahyi tebliğ edecek peygamber de onlara onların diliyle ve onların anlayış seviyesine göre hitap etmesi gerekiyordu. Cenâb-ı Allah tarafından yapılan da budur. İlk peygamber Hazret-i Âdem’e (as) ilk insanın seviyesine uygun biçimde on sayfalık vahiy geldi. Ona gelen İslâmiyet, son Peygamber Hazret-i Muhammed’e (asm) gelen İslâmiyet’e nispeten elbette çok sadeydi. Teferruâttan uzaktı. O günün insanının kavrayabileceği şekilde detaysız ve yalındı.
İnsanlar sosyal ve ferdî hayatlarında ayrıntıya, farklı yaşayış tarzlarına, farklı kültür ve alışkanlıklara girdikçe, Allah’ın gönderdiği din ve şeriatlar da insanların fehimlerine, anlayışlarına uygun şekilde yoğunluklar taşıdı. Bu fıtrî bir süreçtir. Allah hiçbir zaman hiçbir insan topluluğuna güç yetiremeyecekleri emirler ve yasaklar göndermemiştir. Allah’ın her peygamberle gönderdiği din, o zamanın insanının sosyal ve kültürel alt yapısına, kabiliyetlerine ve anlayış seviyesine uygunluk arz etmiştir.
Nihayet Cenâb-ı Allah son zaman insanının ulaştığı medenî seviyeye ve anlayış düzeyine uygun biçimde kemâle erdirdiği dinini, son defa bir rahmet vesikası olarak rahmet peygamberi Hazret-i Muhammed (asm) ile gönderdi. Güzel ahlâkın bütün unsurlarını içinde toplayan bu son din, “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyuran Hazret-i Muhammed’in (asm) kâinatın hem çekirdeği ve hem meyvesi, (Mesnevî-i Nuriye) olması ciheti ile bir bütünlük oluşturmuştur. Tıpkı ağacın en başında var olan çekirdeğin, ağacın bütün meyvelerinin rengi, kokusu, dokusu, rızık ciheti ve içinde sakladığı yeni çekirdekleriyle kemalini göstermesi gibi. İslâm dini, insanlığın bütün kabiliyetlerini kemâlâtın zirvesine taşıyacak bir istidatta, kemâlâtın ve güzel ahlâkın bütün dallarında zirvede bulunan bir Peygamberle (asm) bize tebliğ edilmiştir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, Peygamber Efendimiz (asm), “bütün resûllerin seyyididir, bütün enbiyânın imamıdır, bütün asfiyânın serveridir, bütün mukarrebînin akrebidir, bütün mahlûkatın ekmelidir, bütün mürşidlerin sultanıdır.” (Sözler)
Velhasıl; Allah’ın takdiri, tensibi ve zamanlaması böyledir. Beşer bu tensibe sadece boyun eğer. Eleştirmez. İlâhî takdir ve tensip eleştirilmez; olduğu gibi kabul edilir.
Bize sadece bu dini anlamak ve bu rahmet peygamberine sorgusuz suâlsiz ümmet olabilmek kalıyor.
DUÂ
Ey Rabb-i Rahim! Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâmın sünnetini, dinini, kitabını, tebliğini anlamayı, yaşamayı ve yaşatmayı nasip et! O’nun dinini dinimiz, duâsını duâmız, maksadını maksadımız, yolunu yolumuz, sevincini sevincimiz, hüznünü hüznümüz kıl! O’na ümmetinin nefeslerinin kâinatın zerreleri ile çarpımı adedince salât ve selam eyle! Bizi O’nun şefaatine mazhar kıl! Âmin!