MENKIBESİ DÜNYAYI DOLAŞAN SEYYAH-I HAKİKAT
– Bediüzzaman’ın Vefatı Sonrası Lehinde Yayınlanan Tek Yazı –
Dr. Musa Hub
Nizamettin Nazif: “Said Nursî Efendi Hazretleri”, Yeni İstanbul Gazetesi
Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, 23 Mart 1960’ta Urfa’da vefat edince, Türkiye’de hiçbir gazete veya mecmuada lehinde tek haber veya yazı neşredilmez. Bediüzzaman’ın “Benim üç Sinan’ım var: Mimar Sinan, Ümmi Sinan ve Omur Sinan.” dediği Sinan Matbaası ve Hür Adam gazetesi sahibi Sinan Omur (1898-1974) -ki Bediüzzaman’ın cenaze namazına da katılmıştır- rejim baskısı ve korkusundan dolayı, Bediüzzaman’ın vefatı üzerine basında onunla alakalı lehte tek bir yazı çıktığını, onu yazanın da Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu (1901-1970) olduğunu söylemiştir. İlgili ifadeleri şöyledir:
“(O yıllarda) İslamiyet’e ve İslam büyüklerine dair basında yazı yazmak, Basın Genel Müdürlüğünce mahrem olarak yasaklanmıştı. İşte bu yasaklardan dolayı hiçbir yazar, âlim bir din adamı hakkında sitayişkâr bir yazı yazamazdı. Aleyhinde yazmak serbestti. Hatta yazar takdir edilir, menfaat da sağlardı.
Dünya çapında bir şöhret sahibi olan âlim, kahraman, mücahid, Said Nursî Hazretleri 1960 senesinde, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Böyle bir âlim, kahraman mücahidin elim ziyâ’ını Türk basınında kimse yazmadı. Çünkü Hazreti Said Nursî’nin, İnönü müthiş aleyhtarı idi. Onun için (Bediüzzaman Hazretleri vefat ettiği zaman) matbuatta, Hazret’ten kimsenin bahsetmeye cesaretleri yoktu.
Merhum Nizamettin Nazif, Said Nursî Hazretleri’nin, memlekete olan büyük hizmetlerini çok yakından biliyordu. Hele İstiklal Harbi’ndeki cansiperâne hizmetleri anlatmakla bitirilemezdi. Böyle bir dâhinin ebediyete intikali, memleket için büyük bir kayıptı. İşte bu kaybı, Nizamettin Nazif merhum Yeni İstanbul Gazetesi’nde, hiç kimseden çekinmeden, korkmadan, kendi sütununda, Hazret’e (Bediüzzaman’a) layık bir üslubla, (‘Said Nursî Efendi Hazretleri’ başlığıyla) çok güzel bir yazı yazmıştı. Kıymetli kardeşimiz Ergun Göze, kadir kıymet bilen Nizamettin Nazif merhumun ‘Said Nursî Efendi Hazretleri’ başlığı altında yazdığı yazıdan da bahsederek onun ne kadar cesur ve korkusuz olduğunu da belirtiyor.”
Evet, Bediüzzaman’ın vefatı üzerine millî basında tek köşe yazısını, gazeteci-yazar Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu yazabilmiştir ve orda şöyle demiştir: “(Said Nursî Hazretlerinden) başka her cephesi tamam bir din adamı görmedim, göremedim. Deha derecesinde bir din bilgisi olduğu gibi, askerî bilgisi de bir kurmay subayınkinden daha dehşetti. Siyasî ve hukukî cephesinin hayranıyım.”
Bediüzzaman’ın Vefatıyla Başlayan Menkıbesi
Gazeteci-yazar Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu Türkiye’de muhafazakâr ve Müslüman basının öncülerinden “Yeni İstiklâl” gazetesinde, (7 ve 28 Eylül 1966) tarihli “Elli Yıl Evvelki Bir Hatıra” başlıklı yazısında Bediüzzaman’ın gadre ve zulme uğramışlığını anlatmaya çalışmış ve onunla ilk tanışmasını, 1918 Ağustos’unda ve 1959’da İstanbul’da şahit olduğu iki hadiseyi anlattıktan sonra şöyle demiştir: Merhum “Said Nursî, menkıbesinin henüz başlarında bulunmaktadır. Bediüzzaman’ın ışıltısı zaman geçtikçe artacaktır.” demiştir. Vefatının üzerinden altı yıl geçmiş olduğu halde artarak gündem olmaya devam eden Bediüzzaman’ın menkıbesinin henüz başlarında bulunduğunu ifade etmiştir. Tasavvuf tarihindeki evliyaların ve İslam kahramanlarının hayatları şahittir ki, bir insan menkıbeleştiği zaman, nâmı artık tarihten silinemeyecek sağlam bir yere kavuşmuş demektir.
Ölüm Öncesi ve Sonrası Hayatında Daima “Koşan Adam” ve Manevî Tasarrufu
İhsan Atasoy’un değerlendirmeleri içinde: “Eski Said, Üstad Bediüzzaman’ın özellikle siyasî ve sosyal çalkantılarla geçen ve bunlara çözüm aramakla meşgul olduğu hayat döneminin adıdır. (Yeni Said ve Üçüncü Said de iman ve Kur’an davasına hizmete adanmış olarak yaşamıştır.) Bediüzzaman’ın hayatı hep ‘koşan adam’ esprisi içinde geçmiştir. Küçük yaştan itibaren kabına sığmayan bir cevvaliyetle medreseden medreseye, cepheden cepheye, sürgünden sürgüne, zindandan zindana koşup durmuş, ömrü, daimi bir sefer halinde geçmiştir. Evet o, “Acele ettim, kışta geldim” demiş, üst üste yığılmış zulümat dalgalarına karşı elinde Nur meşalesiyle daima koşmuş, ömrü, karanlık ordularına karşı sefer düzenlemekle geçmiştir. Evet o, Yasin Suresi’nde ifadesini bulan ve şarktan garba koşup duran bir “raculün yes’â”dır; yani yüksek ideali ve büyük davası uğruna, durup dinlenmeden “koşan bir adam”dır. O, 23 Mart 1960’ta Urfa’da Rabb’ine kavuşmakla sükûn bulur ve bu dünya misafirhanesindeki mücadelesini tamamlar.”
Menkıbesi Dünyayı Dolaşan Seyyah: Üstad Bediüzzaman
Bununla beraber o, vefatı sonrası Risale-i Nur’u ile şahs-ı manevî üzerinden iman hareketinin sonraki aşamalarına, hayat ve hâkimiyet devrelerine/dairelerine hizmet edecek şekilde manevî tevcih ve tasarruflarıyla ‘koşmaya devam’ etmiştir ve etmektedir. Tasavvufî yaklaşımla ölüm, evliyaullah için ruhun beden kafesinden kurtuluşu ve özgürlüğe kavuşması olduğu için, Bediüzzaman Hazretleri de bedenî vefatıyla kınından çıkmış bir kılıç gibi olmuş ve dünyada her birinin bizzat yanında ve başında bulunamadığı talebelerinin manevî bir himmet ve tasarruf kabîlinden aralarında bulunma imkânına kavuşmuştur diye düşünüyoruz. Vefatı sonrası onbinlerce sâdık Nur Talebesinin, yüzbinlerce rüyada veya yakaza hallerinde mürşidleri Üstad Bediüzzaman Hazretleri’ni başlarında ve önlerinde müşahede etmiş olmalarına hüsn-ü itimat ediyoruz. Tepedelenlioğlu’nun deyimiyle, vefat ettiğinde henüz menkıbesinin başlarında bulunan Bediüzzaman’ın Menkıbesi bugün bütün dünyaya yayılmıştır, yedi kıt’ada dilden dile ve dîlden dîle dolaşmaktadır.
Kâinattan Hâlık’ını Soran O Büyük Seyyâh-ı Nevvâr’ın azîz, latîf, hakîm ve şefîk ruhuna binler selam olsun!