ASLINDA BİR İŞARET GELMİŞTİ
Kevser Saba Alkaya
Depremden bir hafta önce bir rüya görmüştüm, rüyamda annemlerin kapısının eşiğindeyim, içeri girmek istiyorum lakin evin her tarafı parça parça et; kimisi büyük siyah poşetlerde kimisi açıkta. Rüyanın ertesi günü aradım anacağızımı, sizin evi rüyamda gördüm deyip anlattım rüyanın tamamını, evin içinde yürümek istediğimi, etlerden dolayı yürüyemediğimi, etlere basmamak için ayağımı kaldırdığımı söyledim. Annem irkildi, zaten çiğ eti normal zamanda da hayra yormazdı, ben endişe ettiğini farkedince, onu sakinleştirmek için: “hayra yoralım hayrolsun inşallah.” dedim.
Bir hafta sonra deprem oldu, annemler altı katlı binanın en altındaki katta idi, ilk depremin onuncu saniyesinde yerle bir olmuş bina, apartmandan sağ çıkanlar böyle dedi.
Annemlerin arka tarafında oturan erkek kardeşimin mutfak penceresinden görünüyordu annemlerin evi. Kardeşim depremin ilk şokunu atlattıktan sonra koşmuş o pencereye, annemlerin binasından toz kalktığını görüp hemen 112’yi aramış.
Deprem gecesi yattığımda içimde tuhaf bir his vardı, kendimi teskin etmek için iki elimi göğsüme koyup: “her şey yolunda, her şey hayrıma gelişiyor.” diyerek daldım uykuya. Sabah kalktığımda onlarca arama gördüm telefonumda, hemen birini aradım, kimi aradığımı şu an hatırlayamadım, bana depremde annemlerin evinin yıkıldığını, enkaz altında kaldıklarını söylediler.
İnsanın mucizevi yaratıldığını biliyordum, bu hadise ile daha iyi idrak ettim. Tehlike anında insan beyni otomatik üç duyguyu yaşar diye okumuştum; savaşma, kaçma ve donma. Ben hem donma hem savaşmayı aynı anda hissediyordum. Donmuştum; şayet donmasam, o acıyı derinden hissetsem yaşayamazdım, Allah beni bu şekilde koruyordu, bunu hissediyordum.
Orada bulunan yakınlarımdan tüm gelişmeleri telefonla alıyordum. Her saniyesi bir ömür olan bir bekleyişti bu.
Bir ekip ilk müdahaleyi yapıp, ikinci depremden sonra gitmişti. Annem, babam, abim ve yeğenim orada bekliyordu, evin içinde oradan oraya savrulurken lapa lapa yağan karın altında bekleyen sevdiklerimi düşünüp kafamda onlarca senaryo yazıyordum.
ACABA ÜŞÜYORLAR MI?
ACABA KIRIKLARI VAR MI?
ACABA CANLARI YANIYOR MU?
BAĞIRIYORLAR DA SESLERİNİ DUYURAMIYORLAR MI?
Daha neler neler…
Olayı duyan çok değerli bir hocam aradı beni; kendisi 99 depremini yaşamış, iki evladı günlerce enkaz altında kalmıştı.
“Ağaçtan düşenin halini ağaçtan düşen anlar.” diyen Nasreddin hoca ne güzel demiş. Benimle aynı acıyı yaşayan bu değerli hocamı sanki Allah ulaştırmıştı bana. Şefkat dolu sesiyle: “Kevser, Allah onlara hissettirmemiştir, ya bir uyku ya da baygınlık vermiştir; hatta şehadet lezzeti vermiştir.” deyince kalktı gönlümdeki enkaz. Allah’ım dedim, onların sahibi sensin, sen merhametlilerin en merhametlisisin! Emanetini sana teslim ediyorum. Bunu söyleyince imanın ne kadar büyük bir güç olduğunu bir kez daha hissettim.
Bunu söyleyince imanın ne büyük bir teselli olduğuna bir kez daha iman ettim.
Bu bekleyiş devam ederken, eşim telefonundan bana, enkazdan çıkarılan cesetleri gösterdi. O görüntüye bakınca şoke oldum, cesetlerin kimi siyah poşetlerde kimi açıktaydı; tıpkı rüyamda gördüğüm gibi; meğer annemlerin evinde gördüğüm etler cesetlermiş, siyah poşet ise ceset torbası.
Arama kurtarma çalışmalarını başından sonuna kadar takip eden yeğenim telefonda bana: “Hala üst kattakilerin cesedi de dedemlerin evine düşmüş.” deyince bir kez daha irkildim. Ayağımı basmaktan imtina ettiğim annemlerin evindeki etler cesetmiş.
Bir hafta önce gördüğüm rüya ile bana gösterilen bu rüyanın yorumunu ancak depremden sonra yapabildim; hatta kendimi suçladım, “sana gösterilmiş, engel olabilirdin.” dedim kendi kendime. Sonra düşününce, takdire engel olamayacağımı idrâk ettim.
O gün Rabb-i Rahim dördünü bir çatı altında toplamış ve haklarında şehadet mertebesini murat etmişti. Buna inandım ve teslim oldum.
Depremle ilgili yaşadıklarım çok daha fazlası, diğer yazılarımda bu ibretlik hadiseyi Rabb’im nasip ederse anlatmaya devam edeceğim.
S/özümün değdiği herkese sonsuz sevgiler.