Depremi en şiddetli yaşayan, binaların % 90’ını kaybeden bir ilde yaşıyordum. Çocuklarımdan ikisi İstanbul’da yaşıyor, ilde ise birisi evli, birisi liseye giden iki çocuğum var. Gecenin bir yarısı ölüm teslimiyetini iliklerimize, her zerremize kadar hissettiğimiz, öldük işte deyip dualar ettiğimiz sıfır noktasını hissettik. 4. katta yaşıyorduk. Sallantı şiddetlendikçe şiddetleniyor, bina bir sağa bir sola gidip gidip geliyor, duvarlar çatırdıyor, kitaplık sehpa ne varsa yerlere savruluyordu. Ayakta durmak mümkün değildi. Yere çömelip depremin bitmesini bekledik ama bitmek bilmiyordu sanki. Zaman genişlemesinin, bast-ı zaman olayının içine düşmüştük, boyut değiştiriyorduk bir nevi. Bilim kurgu filmlerindeki sahneler gibi zaman tüneline düşmüş ışınlanıyorduk.
Dualar sökün etti dilimizden. Sanki kelimeler tecessüm edip donuyordu ortamda. O hengame içinde Matrix filmindeki harflerin rakamların akışı gibi idi duygular, düşünceler, kelimeler, dualar, geçmiş hatıralar… Öldük işte kabullenişi, Rabbim mağfiret eyle duruşu, bir yanda da çocuklarım, eşim diye endişe ve ünleyişler. Epey sarsılıp savrulduktan sonra üstüme bir şeyler giyip telefonu aldım. Elektrikler yok. Çocuğa ve eşime üstlerine kalın bir şeyler giymelerini söyledim, telefonlarını da aldılar. Cüzdanı da almalarını söyledim. Telefonun ışığını açmıştım, araba anahtarını da buldum, aldım. Kapıdan çıktık.
Apartmanda büyüklerin, çocukların haykırışları havada uçuşuyordu. Merdivenden inerken merdivenin bitişik olduğu duvar yukarıdan aşağıya uçmuştu. Allah’tan merdivenlere bir şey olmamıştı. Merdiven basamakları moloz dolu idi, basıp kaymamak işten bile değildi. Merdiven kenarına tutuna tutuna indik. Bir çocuk merdivende ağlıyordu, annesi babası henüz çıkmamıştı. Elinden tutup onu da indirdim. Arabanın üstüne bir şeyler düşmüştü. Arabayı çalıştırdık. Birisi el ile dış kapıyı açtı. Dışarıda düzlük bir alana gittik. Korna sesleri, bağırışlar, her apartmandan emin bir yere kaçışlar sürüyordu. Dikkat ettiğim, yanından geçtiğim bir çok binada açılmış duvarlar, yıkılmış kolonları görüp ürperdik. Olayın vehamet ve tahribatının boyutunu anlamaya çalışıyorduk.
Sonra su için ve lavabo ihtiyacı için yakın bir camiye gittik. Küçük bir bidon vardı arabada. Çeşmeden su doldurdum ama su kesilmek üzere idi. Belli ki su boruları da zarar görmüştü. Bilahare büyük çocuğumun evinin oraya gittik, bulamadık. Telefonlar kesilmişti. Epey bekleme ve telaştan sonra bulduk. Ayak parmağı kırılmıştı. Çok şükür sağlardı. Sokaklarda siren sesleri yankılanıyordu. Sabaha kadar arabanın içinde soğukta bekledik. Kardeşlerime de ulaşamıyordum, telefon kesintisi devam ediyordu. Bilahare bir ara geldi, çok şükür can kaybı yokmuş, sevindik.
İstanbuldaki çocuk aradı, iyi olduğumuzu öğrendi. O andan itibaren telefon kesintilerine rağmen maddi manevi desteğini gösterdi. Maddi planda ilden çıkışımız onun sayesinde oldu. Gündüz 2. Depreme arabada yakalandık. Aynı duyguları tekrar yaşadık. Sallantı yine bitmek bilmedi. Yer yarılıp içine gireceğiz sandık. Gözümüzün önünde iki bina çöktü, toz duman oldu. İlk iki gün maalesef ne su, ne yiyecek, ne bir yetkili görebildik. Arabada bulunan kuru bir şeylerle idare ettim. Marketler yağmalanıyordu, ona şahit olduk. Yazık ki bazıları ihtiyaç olmayan ne bulursa onları da yağmalıyordu.
Kardeşim ve ailesi, büyük çocuğum ve ailesi ile, 3. gün il dışına gitmeye karar verdik ve yola çıktık. Şehrin % 90 ı harabeye dönmüştü. Yakıtımız yetmeyecekti ama umutla şehirden çıktık. Komşu iller de depreme maruz kaldığından komşu illere sığınmak da söz konusu değildi, ama gittik. İlçeden geçerken, tahrip olmuş yollardan geçerken ve yoğun trafik akışında akla karayı seçtik. Yol boyu tehlike ve maceranın çeşitlerini gördük. Nihayet yakıt satışı olan bir yer bulduk, kuyruğa girdik. 4 sıra oluşmuştu. Küçük bidonla alabildim.
Yol boyu 3 kere aynı durumu yaşadık. Yollarda kazalar olmuştu, trafiği onlar da engelliyordu. Uzun uzun bekleyişlerle epey gittik. Hava kararmıştı. Yoğunluğu atlatacağız derken 4 şerit trafikte araç bozuldu. Panik had safhada idi. 1-2 dakika sonra bir genç geldi, durumu sordu, debriyaj gitmiş dedi. Bizi yol kenarına kadar itekledi. Hızır mı idi, ne idi bilemedim. En azından bizi o trafiğin kaosundan kurtarmıştı.
İstanbuldaki çocuğa telefonda durumu ilettim. Sağ olsun çekici gönderdi ama yoğunluktan 5 saat sonra geldi. Soğukta beklemekten beter olduk. Yakıt bitmesin diye arabayı da çalıştırmadık. 5 saat sonra çekici geldi. 3 gündür uykusuz olduklarını söylediler. 5 saat de sabaha kadar çekici üstünde bir benzin istasyonunda bekledik. Sabah yola çıktık, tamir ettirdik. Bir otelde konakladık. Sonra akrabamızın olduğu ile ulaştık nihayet.. Haberlerde izlemeye başladık. Binlerce ölen, binlerce yaralı, harap olmuş şehirler, boyut değiştirdik sanki.
Telefonla aradıkça bir çok tanıdıkların akrabaların vefat ettiğini öğrendik, üzüldük. Ve diğer şehirlerin harabe olmuş görüntüleri bizi hüzünlere gark etti. Biz kurtulmuştuk ama bir çok yakınımız da vefat etmişti. Allah cümlesine rahmet eylesin. Umarım bundan sonra bina yapımında denetimler, tedbirler gerektiği gibi yapılır. Aksi halde görevini ihmal edenlerin alayı katil sıfatını hak ederler. Binler can gitti. Rabbim bir daha yaşatmasın.