Peygamberlerin hayatları çok çeşitli imtihanlar, meşakkatli yolculuklar ,zahmetli aşamalarla doludur. Kuran-ı Kerim bu çetin ve zor mücadelelerin bir kısmını bize aktarıyor. Elbette Nebilerin başından geçen bu kıssalar bize yalnızca hikaye olsun diye anlatılmıyor. Fevkalade mühim işaretler veren, bizim için hayati önem taşıyan dersler veriliyor, adeta bizim yaşantımıza ayna tutan birçok yönlü hakikatler ihtiva ediyor.
İşte kitabımızda en uzun yer tutan, hayatının birçok karesi ve mücadelesi bize arzedilen peygamber Musa a.s dır.
Musa a.s İsrailoğulları içinde İmran ailesinde doğduğu hâlde Cenabı Hakkın takdiri ile firavunun sarayında büyümüş, bir prens olarak yetişmiştir.
Sarayda kadim Mısır putperest inancı hâkimdir. Musa a.s’a annelik yapan Asiye annemiz ise gizlice tevhide inanarak, asla puta tapmadan, her türlü sapkın inançtan uzak, sade bir yaşam sürüyordu. Hz. Musa ilk tevhid akidesini Hz. Asiye’den öğrenir ve sonraki yıllarda ailesi ile temasında bu inanç temellenir.
Musa a.s gençlik devresine geldiğinde, yanlışlıkla bir Kıptinin ölümüne sebep oldu. Bu olay, onun için dönüm noktası oldu ve tüm zamanlara ışık olacak, nübüvvete giden bir yol ona açıldı.Yolun sahibi yolcuyu, yola revan etmişti artık. Kader planında müthiş taşlar dizilmişti yola.
Musa a.s uzun süren açlık ve susuzluk içinde pek meşakkatli yolculuğun sonunda Medyen’e vardığında çok yorgun ve bitkin düşmüş ve şöyle yalvarmıştı Rabbine “Rabbim bana göndereceğin her hayra muhtacım.” Kasas/ 24
Bu dua tam bir acz, fakr ve zaaf lisanıyla yapılmış tazarrudur ki anında karşılık bulmuştur. Rabbim onu Hz. Şuayp a.s ile karşılaştırır ve onca zorluğun, yoksunluğun ardından, maddi manevi selamete çıkarır. Böylece Allah’ın nebisinin hizmetine girerek çobanlığa başlar.
Burada dikkat çeken nokta, ileride peygamber olacak olan Musa a.s’ın, saray kültürüyle yetişmesinin hikmetlerinden biri belki de daha sonra tebliğ için firavuna gittiğinde ona hitap edecek dili ve protokol şartlarını bilmesi, ona göre hitap etmesiydi. Bu detay asla basit bir tesadüf değildir. Ancak ilâhi bir maksat ve hikmet ile cereyan eder. Allah’ın her işinde olduğu gibi.
Diğer bir husus ise, saray hayatı gibi rahat ve lüks içinde prens iken birden bütün dünyevi makam ve varlıktan soyunmasıdır ki kelamullah olmaya ruhen hazırlanmıştır.
Elbette bu büyük değişim ve dönüşümde Allah’ın çok büyük hikmeti vardı. Rabbim inayet ve keremiyle Musa a.s’ı her yönüyle peygamberliğe hazırlıyordu. Bir on yılın sonunda Mısır’a ailesi ile birlikte yola çıktığında, nübüvvet yolculuğu da başlamış oluyordu.
Yolculuk esnasında gelen vahiy, iki büyük mucize ile desteklenmiş, Rabbu-l alemin ile ilk konuşma gerçekleşmiştir. İlk mucize Âsâ-yı Musa’dır ki, Allah’ın adıyla atıldığında her türlü batıl olan şeyi yutarak ortadan kaldırmıştır. İşte bu noktada bu güne dönelim.
Bediüzzaman hazretlerinin , Risale-i Nur hakikatlerini Âsâ-yı Musa’ya benzetmesi ve bir kitabına Âsâ-yı Musa ismini vermesi alalade bir şey değildir. Zira biliyoruz ki, Nur risaleleri Kur’an’ın icaziyla tüm yanlış ve inkarci fikirleri cerhediyor. Her bir varlık ve hadisede hakikate yol açıyor, demek manevi planda Âsâ-yı Musa bir nevi aynı vazifeyi yapıyor.
Diğer bir mucize, ‘Yed-i Beyza’ yani ışık saçan el, ilâhi harika olan bu mucize yine Nur Risalelerinin parlaklığını ve aydınlığını manen hatırlatıyor. Zininlerdeki şüpheyi dağıtıp ruhlarda oluşan karanlığı gideriyor. Adeta nurlarin her bir hakikati Yed-i Beyza gibi her yere ışık saçmaktadir.
Bize düşense , Musa a.s gibi yedi beyza’yi tutan el olmaktır, böylece kendimize de başkasına da Kur’an ışığını dağıtalım inşallah….