
KÖRPE KALEMLER’E İLK İMZA
Editör’den
“Nûn… Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına.
Rabbinin nimetiyledir ki, sen bir mecnun değilsin.”
Bir İlk’e İmza Atarken…
Bu gökkubbe altında hiçbir şey ilk değildir. Ama Körpe Kalemler, bizim ilk’imiz. Ne mutlu ki Rabbimizin nimetiyle hiç birimiz mecnun değiliz, o yüzdendir ki şükür, kalemi veren ve ona satır satır yazdıran hikmetli kudrete… Karanlık nasıl her kötülüğün, her cahilliğin sembolüdür; kalem de onun aksine karanlığı yırtan ve cahilliği bir kılıç gibi kesen ilmin, bilimin, bilmenin ve bildiğini bildirmenin sembolüdür. Biz, bir avuç genç gönüldaş bu düşüncelerle vira bismillah dedik, yola koyulduk. Sanal dünyadan bütün reel âlemlerin varlıklarına hitaben çıkan bir “gönül dergisi” olabilme niyetiyle. Kalemle hakikate hizmet yolu zorluklarla doludur. Ne ki, yolculuğun uzun, zahmetli ve yorucu yükünü sırtlandık; kavuşunca bütün zahmetleri unutmanın vereceği güzelliğe râm olduk.
Çıktık bir yola, bir Temmuz sabahı sıcaklığında (2006). Haddimize değildi belki. Fakat ihlaslı gönüllerin ittifakında bir keramet vardır diye inandık. Duâkânların dualarının müstecab olacağı hüsnüzannımızı hep koruduk. Acziyetimizi şefaatçi yaptık, koyulduk bu çileli seyr ü sefere. Cür’etimiz acziyetimizden, belki de cehaletimizden işin âkıbetinden. Kalemle hizmeti tercih etmemiz, körpeliğimizden; yani, toyluğumuzdan bir anlamda. Toyluk ise cehalet, cür’et ve acziyet demek aynı zamanda. Körpe kalemler, yeni şeyler söyleme iddiası gütmezler, çünkü onlar için her hakikat yenidir. Eskimemiş ve eskitilememiş bir eskiyi, en yenilere, yepyenilere tercih ederler. Edebilecek kadar eksiye bağlıdırlar. Fakat eskilerden müze değil, fabrika inşa ederler, etmek isterler. Şimdiyi eksinin müzesine götürmez, belki geleceği üreten fabrikalarda gezdirirler, gezdirebilmek içindir nitekim bütün bunlar…
Kendi açımızdan bir ilk’e imza atıyoruz. İlk, bizim ilkimiz. Ne ilk olma, ne de orijinal olma kaygımız ve kavgamız var. Özümüzü bulalım, özgün olalım, bu yeter. Biz Yahya Kemâl Beyatlı gibi düşünüyoruz: “Orijinal olmak, farklı olmak değildir; öz olmaktır.” İnsanın hayatında ilk’lerin yeri her zaman başkadır. Her yeni çıkan dergi de bir ilk’e imza atabilme niyetiyle çıkar. Ne var ki şu kubbe-i semanın altında söylenmemiş söz yoktur, derler. Hatta olaylar bile adeta zaman farkıyla aynı senaryonun farklı yapım filmleri gibidir. Daima “yeni”yi söylemek diye bir başarı şimdiye kadar hiçbir beşere müyesser kılınmamış. Belki bazı kişiler bazı yeni şeyleri söyleyebilmişler, onu ilk defa duyanlar için. Bazı yazılar lafız farklılığıyla aynı manayı seslendirir. Biz, kimse için değil, kendimiz için, adımız-şânımız yürüsün diye hiç değil; Hak ve hakikat için, Allah için yazalım istiyoruz. Hakikatin dersiyle, derdiyle ve/veya şevkiyle yazmak, Hakk için yazmaktır. Yaşamadıklarını yazanlardan olmaktan korkarız fakat, yaşama niyetinde olmadığımız şeyleri yazmaktan ise titreriz. Biz –her kimsek?- yaşadıkça yazanlardan, yazdıkça yaşayanlardanız. Yazmıyorsak, yaşamıyoruz; yaşamıyorsak yazmıyoruz demektir, diyenler gibiyiz. Körpece yaşamanın ve yazmanın bizce bir manası budur…
Sözlüklerde “Yeni, diri, taze, taptaze, terütaze, taravetli, genç, gepgenç, çiçeği burnunda, yeni yetişmiş, yeni yetme, yıpranmamış ve bozulmamış” anlamlarına gelen “körpe ve körpecik” kelimelerinin çağrışımlarındaki sevimlilik, canlılık, şirinlik ve minikliği sevdik de o yüzden tercih ettik, o sebeple dedik: Körpe Kalemler Dergisi diye. Körpe ruhlu genç kalemlerden beklediğimiz, ilham zemzemlerinin içine atık suları karıştırmamaları. İşlemden geçmiş, arıtılmış suları değil, doğrudan doğal kaynak suylarını ikram etmeleri kâse kâse. Körpelik ekseriyetle pozitif, fakat ekalliyetle de negatif manaya kullanılır ki, biz sorumlulukları eda edilmeyen pozitifin neticede hesaba çekilen bir negatife dönüşeceğine inanıyoruz.
Körpe kalemler dedik, affetsinler, aczimize şefkat edip ardımızda duran bilge ediplerimiz, mütefekkirlerimiz ve sevenlerimiz… Yoluna kurban olduğumuz’un (sav) yoluna kurban olmak istedik. Bize düşen de yolcu olmak; eğilmeden, korkmadan, yorulmadan, hiç bir kavşakta ayrılmadan dosdoğru devam etmek, şu kemmiyet olarak kısacık zamanda, fakat keyfiyet olarak uzun yolda… Edepden yola çıkarak edebiyata ulaşmanın, felsefeden başlayarak hakikate varmanın, tarihe giderek bugünde doğmanın, sanatı görerek sanatçıyı bulmanın, ümmîliğimize sığınarak vâlidelerin terbiyesince eğitimli olmanın, hâsılı satır satır yazan kalemlerde buluşmanın saadetini tatmayı ve de tattırmayı gayeledik.
Bir ilkokul, lise veya üniversite öğrencisinin körpe kaleminden çıkan “körpecik kelam”ı kahvaltılık katık yapmayı, servet ü saman sahiplerinin gösterişli ve tumturaklı ziyafetlerine tercih eden bir kalbin atışlarıyla harekete geçmiş bir, iki, üç, dört, beş delikanlıyız, genç ruhuz hepsi… İstedik ki hiçbir körpe kalem “yerim dar” ya da “yeğnim dar” özürleri ile gönül ilhamlarını çöpe atmak mecburiyetinde kalmasın. Tirübünlere kalem oynatan maaşlıları değil, kağıtlara ruhunun resmini çizen özgeleri/özverilileri okumak istedik, okutmak istedik. İlham meleğinin kadr ü kıymetini bilen melek-nümunlardan bir “melekler köyü” inşa edelim dedik, gönül ülkesinde. Edepli edebiyat ile ebedî hakikatin meşru nikahla izdivacından, isimleri talim, teallüm, terbiye, terakki ve teâlî olan salih ve sahih çocuklar dünyaya gelsin istedik. İşte içimizdeki lokomotifin elektriğini üreten ümit jeneratörü bu niyet-i hâlise oldu.
Bu İnternet Dergisi ile iki büyük hedefe kilitlendik:
- Körpe Kalemler: Genç kalemleri, sahneye davet etmek ve herbirine mini birer mikrofon hediye edip, ruhlarının ilhamlarını paylaşabilmelerine imkan tanımayı arzu ettik. Yaşları değil, ruhları genç olan, o sebeple de kalbinde taze ilhamların estiği fütüvvet kuşağına, bir kalem armağan ediyor: “Üktüb! Yaz!” diyoruz ve dedik. “İkra! Oku!” emri ile inmeye başlayan vahiy misali, haddizatında inmekte olan ilhamlar karşısında “Üktüb! Yaz!” emrini aldık ilham perisinden. Şöyle diyordu: “Yaz, boşa gitmesin bunca ilham! Yaz, unutulup gitmesin, ebedî kalsın. Yaz, maziyi istikbale taşı. Yaz, kendini, kendindeki O’nu. Yaz, bildiklerini, düşündüklerini, hissettiklerini, hayallerini, ideallerini! Yaz, olanı, olmayanı ve olması gerekeni. Yaz ey kalem ki bunun için yaratıldın! Yaz ey kalem ki, zayi olmasın bunca kelam!..”
- Onursal Kalemler: Türkiye’mizin yaşayan kanaat önderlerini, ilim ve mana büyüklerini, kalem üstadlarını, bir Cennet bahçesi halinde bütün okuyucuların görebilmesini ve isimlerine özel bir kürsünün huzurunda kendilerinden istifade imkanlarını sağlamayı hedefledik. Güzellerden güzel seçmekten ise, neden hepsini bir şahs-ı manevî birlikteliğiyle topluca gönül kâşânelerimizde birer sultan olarak ağırlamayalım ki?! Onların bize değil, bizim onlara olan ihtiyacımızın ebatının büyüklüğü açısından. Elbette ki her alim ve her veli ehl-i kelam değildir, her ehl-i kelam da ehl-i kalem değildir. Biz sadece ehl-i kalem ulema ve evliyadan, ârifân ve âşıkândan el-ân hayatta olanları bilebildiğimiz kadarıyla bu “Onursal Kalemler”de istifadenize sunacağız. Fakat bütünü kuşatamayacağımız kesin. Bilmediklerimiz, unuttuklarımız veya irtibat kuramadıklarımız var ve olabilir. İşte tam bu noktada:
Siz değerli okuyucularımızdan yardım bekliyoruz. Bizim unuttuğumuz veya bilmediğimiz zevat-ı kiramdan bizi haberdar etmenizi ve mümkün ise kendileriyle nasıl irtibata geçebileceğimizi bildirmenizi istirham ediyoruz. Tekliflerinizi bir de o zatın bir veya birkaç makalesi ile birlikte yapabilirseniz, çok hayırlı bir başlangıca vesile olmuş olabilirsiniz. Bir de sizlerden ricamız, lüften ama lütfen, büyükler arasına girmemek ve onları kendi küçüklüğümüzle tenkit etmeye kalkışmamak mevzuunda çevrenize karşı azamî ölçüde duyarlı olmanızdır. Körpe kalemler, edeplidir, hayalıdır, haddini bilir, saygıda kusur etmez, büyüklerine vefalıdır; evliyanın huzurunda kalbini, ulemanın huzurunda ise dilini tutmayı bilir.. hem veli hem alim olanın huzurunda ise herşeyi tutma ahlakıyla ahlaklanmıştır.
Genç kalemlerin, kendine özel hiçbir hususiyeti yoktur; varsa, daha doğrusu olacaksa şayet, bu “yüzü suyu hürmetlerine varlıklarını idame ettirdikleri” ilim ve mana büyüklerine karşı azamî bir saygı duruşunu korkmadan, çekinmeden, utanmadan, sıkılmadan izhar edebilmeleri olacaktır. Materyalist modern çağlarda kendini gönlünün ve vicdanının emrine verip başları dimdik olarak nefislerine karşı kıyama geçebilmiş olmalarıdır. En azından kıyam, kıraat, rüku, sücud ve kaide-i âhire ile huzurullahta el-pençe-divan durabilmeleridir. Yeryüzünün onlarca ülkesinde aynı ruh ve aynı manayı gönüllemiş olmaları itibariyle, küresel bir ruhaniyatın şahs-ı manevîsine gözyaşı ve alınteri, hiç olmazsa –ki en kıymetlisi de budur- can ü gönülden dualar hibe etmeleridir.
Kendimiz hakkında hüsnüzan ederek, şeytanın sağdan oyununa gelmek niyetinde değiliz. Ne ki suizan ederek, şeytanın birilerini aleyhimize vehim ve vesveseye kaptırma niyetinde ise hiç değiliz. Dünyevî hiçbir beklentimiz yok. Uhrevî ümitlerimize gelince, hepsi Allah’a emanet. Hep acaba diyoruz ve acaba diyeceğiz. Acaba olur mu yani? Sahi, neden olmasın, ya olursa, ya tutarsa… Vahiyle müeyyed peygamberler devri geçti. İlhamla müeyyet olmak ise her zaman şartlı, asla istikrarlı değil. Biz önce Allah’a, sonra akl-ı selîm, kalb-i selîm, vicdan-ı selime güveniyoruz, sırat-ı müstakimi tutmaya çalışıyoruz.
Körpe Kalemler, şu iletişim ve ulaşım çağında, en uzakların en yakınlara geldiği bir modern yüzyılda birbirinden çok uzaklarda yaşayan insanları, fiziken yakınlıkları gibi kalben ve ruhen de birbirine yakınlaştırabilecek gönüller arası bir dostluk köprüsü olabilir mi? Hemen her ilim odasına yönelik kapıları açık bir merkez dergisi, bir gönül dergisi olabilir mi sahiden? “İlim, Bilim, Fikir, İrfan, Tasavvuf, Edebiyat, Sanat, Araştırma, İnceleme ve Yorum Dergisi” olabilir mi gerçekten Körpe Kalemler? Elbette büyük düşünmeli, ama küçük de olsa reel adım atmalı insan. Ümit ve hüsnüzannın içini doğru plan ve yeterli gayretle dolabilir isek, “neden olmasın ki!..”
“Onursal Kalemler” kelam çattığı semanın altında, o ilim, fikir ve mana göğünün gölgesinde dünyaya merhaba diyen “Körpe Kalemler” nâmındaki bu internet dergisi, hiç kimsenin değildir, herkesin ise hiç değildir. Hiçkimseye yazılmış olmadığı gibi, herkese de yazılmış değildir. Herkes ve hiçkimse derken, elbette ki kastımız kadir-kıymet bilmezlerden başkası değildir. Değildir, değildir, değildir. Peki nedir o halde? Ne olduğunu söyle ki ne olmadığı ortaya çıksın… Gönül rahminde dokuz, belki ondokuz yıldır teşekkül eden ceninin vakt-i merhunu gelip de bir “körpecik” olarak doğmasıdır. Hepsi bu!
Bu mu? Evet bu, ilk göz ağrımız ve inşallah gönül ferahımız 2006 Temmuz sayımızla birlikte medyaya merhaba diyor Körpe Kalemler.. ve işte kelamları: Abdullah Doğan “Fertlerden Başlamalı”, Abdülkadir Çekin “Dinî İletişim”, Ahmet Albayrak “İdeallerle Donanmış Genç Özlemi”, Altan Aktürk “Bilmiyorum”, Cüneyd Eren “Anlama Kavramı”, Fatih Ertaş “Yazılmalı”, Fatma Yüksel “Aşığın Hali”, M. Sait Konar “Milletçe Saadete Ulaşmanın Yolu”, Melek Koçak “Adı Ne Olsun”, Musa Çetin “Gönül İnsanı”, Raşit İsmail “Seni Günahlarımın Sayısınca Tesbih Ederim”, Sarper Sağlam “Öpücük”, Serap Çınar “Sen”, T. Afyonî “Körpem Benim”. 11 nesir, 2 şiir…
Körpe Kalemler: İddiasız. Kendince. Öylesine. Sıradan. Düz. Sade. Yalın. Saf. Toy. Taze. Acemi. Çırak… Körpe Kalemler, teşekkür ederler, yardım-severlere, ilim-severlere ve okumayı sevenlere… Gıyâbî dualarıyla, çevresine tanıtımlarıyla, teşvik ve takdirleriyle destek çıkanlara teşekkür ederler… Gölge etmeyip başka ihsan istetmeyenlere varıncaya kadar herkese teşekkürler… Ehl-i vefadan Allah razı olsun… Vefasını içinde tutmayıp dışına yansıtabilenlerden ise gani gani razı olsun, memnun kalsın… Reel hayatın uçsuz bucaksız ummanları yelken açan şu mini Körpe Kalemler Yelkenlisi’ne gönül rüzgârlarını estirerek güç veren bütün dostlara, dost-kânlara, dost-canlara, dost-edâlara ve dost-endamlara candan sevgiler, canandan saygılar, cinândan selamlar…