YETKİN İNSAN
Ali Osman POLAT
Orijinal ismi “Det Perfekte Menneske” olan 1967 yapımı Jorgen Leth imzali “Perfect Human (Kusursuz İnsan)” belgeselini bilmiyorum izlediniz mi?
Filmde kısaca, insan (kadın – erkek) ve bu iki cinsin davranışları mercek altına alınarak incelenip sorgulanıyor..
Yaklaşık 12 dakikalık kısa bir film olan “Kusursuz İnsan”ı seyrederken Batı’nın ve Doğu’nun insana bakış açısındaki uçurumu da fark ettim…
Biz de insanın olgunluğunu ifade eden en güzel sözcük “kemâl”dir. Bir insanın maddi, manevi bakımdan mükemmelliğini, tamama ermesini, gelişmesinin son noktasını en güzel bu kelime anlatır… Kemâl, insanın olgunlaşmasında, ilerlemesindeki en zirve noktayı işaret eder… Zirveden ötesi geri dönüşüm olduğuna göre bu sefer kazanımların paylaşılması gerekir ve artık almanın sonu, vermenin çağı başlar.
Kemâl için kuşkusuz rüşd (erginlik) gerekir. Rüşd, kemâlin ilk şartıdır. Sabahleyin doğmakta olan güneşin iyice yükselmesine rüşd, ışığının ve ısısının tamamını üstümüze salmasına kemâli diyebiliriz bu açıdan. Büyüyen bir ağacın üzerinde çiçek ve tomurcuk görülmesi onun rüşdüne, meyvelerinin soframıza gelmesi ise kemâline en güzel delildir. Bu noktadan bakıldığında rüşd bir yetkinlik; kemâl ise bir olgunluk halidir. Rüşd üretimin başlangıcı, kemâl de sonucudur.
İnsan için en güzel üretim, “sevgi” ile yapılandır. Sevmeden yapılacak hiçbir işin üretime dönüşmesi pek mümkün değildir. İşi severek yapmak rüşdü; sevilen işi yapmak ise bu yüzden insanın kemâlini artırır.
Kafamızı kaldırıp işlerini severek yapan insanlara baktığımızda onların; iyi huylu, tatlı dilli, alçak gönüllü vs. olduklarını söyleriz. Ancak daha iyi huylu, daha güzel sözlü, daha sevecen, daha tevazu sahibi insanlara baktığımızda ise onların hep sevdikleri işi yaptıklarını görürüz. İşte bu insanlar kemâl sahibi, kemâle ermiş insanlardır diyebiliriz. Ve kemâlin sonu ekmelde bitesi değildir. Söz gelimi başakların yeşermesi rüşd halini, sararması kemâli, başlarını yere doğru eğmeleri (tevazu hali) ekmel oluşu temsil eder. Düşünün ki bir başağın kabuğunu kırıp boyut aşımı gerçekleştirebilmesi ancak ekmel olmasına bağlıdır.
İnsanın kemâli, dışında aranmaz. O içtedir ve müşahhastan öte mücerredi önemser. Bir insanın dünyayı dolaşmasının çok da bir kıymeti yoktur. Asıl olan içsel yaptıkları yolculuklarıdır ki onu da esasen kemâl noktasına bu yolculuk götürür. Bunun için zihinsel çalışmalara, kalbî tecessüsler, haz peşinde olmaktan öte mutluluğu aramak gibi hasletler gerektir. Birey bilimle veya zekasıyla rüşde erip yetkin olabilir belki ama kemâle ermesi için sevgiyi elde etmesi, gönlünü doldurması gerekir.
Dünyanın bütün dinlerinde ve felsefelerinde hedef insanın kemâlidir. Vedanta veya upanişadlar, Buda’nın öğretileri, Şintoizm ve Uzakdoğu dinleri, eski Yunan’dan itibaren kuram geliştiren bütün felsefe okulları vs. hep insanın olgunluğunu merkeze almışlar ve bu yönde fikirler üretmişlerdir. Semavi dinler ve bilhassa bunların mistik yorumları hep insan–ı kâmil (perfect human, yetkin birey) teşkiline çalışmış, mürşidler birer insan–ı kâmil mektebi vazifesi görmüşlerdir.
Modernite öncesi dünyanın kâmil insana verdiği değer teknoloji çağında maalesef geri plana itildi ve kâmil insandan öte yetkin insan önemsenir oldu. Kendi gönüllerimizi ilk o zaman ıskalamaya başladık. Sonuç da acımasız ve çökertici oldu elbette. Evvela kâmil insana yönelik iyi huylar, güzel sözler, sevecen davranışlar, tevazu vs. insaniyet özelliklerini bir bir terk ettik. Bunlardan boşalan yerlere de yetkin bireyin –kendisi için bir hak olarak gördüğü– acımasızlık kibir, egoizm, hırs, sahiplenme duygusunu amir yaptık!
Bilmiyorum siz de fark ediyor musunuz; toplumumuzun son yıllardaki arayışları hep insan–ı kâmili bulma yönünde olmaya başladı… Artık yalnızca yetkin olmanın insanları mutlu etmediği, hatta onlara rahat bir hayat da sağlamadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ne diplomalar ne makamlar… Elde edilen tüm belgeler birer “rütbe” sayılıyor olsa da insanların aş, iş ve eş sahibi olmalarına kâfi gelmiyor; ek olarak onların zihinsel ve kalbî birikimlerinde bir seviye aranıyor. Genç kardeşlerimiz yalnızca zihinlerini doldurarak geleceklerini artık kuramıyorlar! Küreselleşen dünya insan–ı kâmilin peşinde; yazık ki gençlerimiz yetkin olmak için çaba sarf etmiyor.
Güzellik, kemâli göstermek bakımından fevkalade ibretler içerir; çünkü geçicidir.
Dertli’nin:
“İkbâle zeval erse ne var sende kemâl var
Mağrûr–ı kemâl olma ki ardınca zevâl var”
dediği gibi güzelliğin gururu olmaz; göz yumup açıncaya dek gidiverir o…
Kadın güzelliği her çağda kendisine başka kemâl ölçüleri bulmuş, bazan yaş, bazan cüsse, bazan da tavır ile güzelliğinin kemâlini belirlemiş. Güzellik anlayışının gençlikle eşdeğer tutulduğu bugünkü anlayış dünyaya Bizans’tan miras kalmıştır. Çünkü Bizans hükümdarları oğullarını evlendirecekleri zaman ülkenin en güzel kızını bulmak, güzelliğin kemâl derecesini yakalamak için bir yarışma düzenletir, bunun için ülkenin her yanına tellallar çıkartılıp kararlaştırılan günde yüzlerce genç kızın saray önünde toplanması sağlanır, sonra da kurulan jüri huzurunda kral, oğlunun müstakbel eşini seçerken halk da bu yarışmayı seyrederek eğlenirmiş. Böyle evlenen beş hükümdar olduğunu, bunlardan 788 yılında evlenen VI. Constantinius’un jürisinde babasının yerine annesinin yer aldığını tarihler yazar. Bir farkla ki imparatoriçe, kadınlık onurunu düşündüğü, bir genç kızın binlerce erkek önünde ekmel güzelliğinin sergilenmesini hoş karşılamadığı için bu yarışmayı Bizans sarayının küçük bir salonunda ve az üyeli bir jüri huzurunda yapmıştır.
Evet, ne demişler?:
“Ne sâl iledir ne mâl iledir
Beyim ululuk kemâl iledir” Esad
Yani “Ne yaş ile ne de zenginlik ile… Ululuk ancak kemâl iledir.
Kalın sağlıcakla…
“İnsanın kemâli, dışında aranmaz. O içtedir ve müşahhastan öte mücerredi önemser. Bir insanın dünyayı dolaşmasının çok da bir kıymeti yoktur. Asıl olan içsel yaptıkları yolculuklarıdır ki onu da esasen kemâl noktasına bu yolculuk götürür. Bunun için zihinsel çalışmalara, kalbî tecessüsler, haz peşinde olmaktan öte mutluluğu aramak gibi hasletler gerektir. Birey bilimle veya zekasıyla rüşde erip yetkin olabilir belki ama kemâle ermesi için sevgiyi elde etmesi, gönlünü doldurması gerekir.”
Sevgiyi bir hayat felsefesi haline getirmiş insanların yüzlerinde bu hakikati görmek mümkün.
Kaleminize sağlık.