Ey nefsim! “Günahlarınla Allah’a değil, ancak kendine zarar verirsin.” (Bediüzzaman Said Nursî, Habbe Risalesi, 27. İ’lem, s.229). Hz. Eyyûb aleyhisselâm’ın yüreğiyle “Rabbim zarar bana dokundu. Merhametlilerin en merhametlisi sensin.” (Enbiyâ 21:83) diye yakarışa geçtin de Rabbin merhamet göstermedi mi? İnsanlardan şikayet ediyorsun, ama sen de biliyorsun ki, sana, senin verdiğin zararı, hiç kimse veremez ve vermedi. En büyük pay senindir, isterse ilki başkalarına ait olsun. Başına gelen beladaki kendi sorumluluğuna yoğunlaş ki yarlığanasın, arınasın. Fakat iş başkasına gelince, günahkâra değil, günaha öfkelenmelisin.
İmam Ebu Hanîfe Hz.lerinin Şam’da sahabî Vâsıle bin Eskâ (ö.83 H.) r.a.’dan rivayet ettiği iki hadisten birisinde, irfan ehlinin Kabe’si Cenab-ı Peygamber Efendimiz bir insanlık ölçüsü verir ve: «Din kardeşinin başına gelen bir belâya sevinme! Yoksa, Allah ona âfiyet verir de seni mübtelâ kılar.» (Tirmizî) diye ümmetini inzar eder. Sahabe’nin ariflerinden Ebu’d-Derda (ra) da işin püf noktasına dikkat çeker ve der ki: “Kişi din kardeşinde bir kötülük gördüğünde kardeşine değil, yapılan o kötü işe kızmalıdır. Günah işlemiş ya da yanlış yapmış din kardeşinize hakaret etmeyin. Sizi o duruma düşmekten koruduğu için Allah’a şükredin.” Demek din kardeşinin başına gelen musibete insan ancak üzülmeli ve aynı halden korunduğu için şükretmeli. Günaha düşmüş din kardeşine kızmak veya gülmek, ne din kardeşliği, ne de insan kardeşliğiyle bağdaşır bir mü’min veya insan ahlakı olamaz.
“Ayıbın en büyüğü, sende olan bir ayıpla başkasını kınamandır.” buyurmuş İmam-ı Evliya Hazret-i Ali r.a. Birgün talebeleri bir sarhoşu kınayınca, Mevlana Celaleddin Rumi Hz.leri demiş ki: “Eğer bütün günahlar sarhoş etseydi, dünyada ayık insan kalmazdı.” Eyvallah, hepimiz sarhoşuz, çünkü bünyemizde günahlarımızı taşıyoruz. Bundandır ki Sadi-i Şirazî: “Hepiniz kendi ayıbınızın hamalısınız, başkalarının ayıbını kınamayınız.” ikazında bulunurken, Şeyh Hasan Ali (r.h)de “Sadece sizden farklı günahlar işledikleri için başkalarını yargılamayın.” irşadında bulunur ki anlayana bu sözler, ömür boyu dilini tutmaya yeter.
İnsanların dilinden veya elinden ya da her ikisinden birden “eğer bir kişi kendisine yapılan haksızlıklara Allah için katlanırsa, Allah da o kulunu mutlaka (iki cihanda) yardımıyla destekler.” Bu Nebî tesellisi doğrultusunda mü’min, sabr-ı cemil ile haksızlığı uhrevî bakımdan lehine çevirir iken, sebeplere riayetle de aktif olarak dünyevî bakımdan neticeyi hayırla, yani ihkak-ı hak ile taçlandırabilir. Fakat haksızlık vardır, zahirdir; haksızlık vardır, gizlidir. “Yara en çok avucunun içindeyse sana aittir! Sıkarsın avucunu, canın yanar ama senden başka kimse bilmez neden acıdığını.” (Jean Christophe). Başkalarının şahsi, gizli yaralarını tecessüs ile elâleme sergi gibi açan mütecessis teşhirciler, aslında öyle lanetlik gaddarlardır ki, tecessüsleri ve teşhirleri sebebiyle Settar isminin gazabına çarpılıp da mahşerde bütün insanlığa teşhir edildikleri zaman, utancın dibine çakılacaklar, çakıldıkları yerde kalacaklardır.
Zayıf noktası olmayan insan yoktur. Hadis-i şerifte “Bütün insanlar günahkârdır. Günahkârların (bütün insanların) en hayırlısı ise tövbekârlardır.” buyurulması, bundandır. Hasım bellediği mü’minlerin zayıf noktalarını araştırıp deşifre ile, olmadı kumpaslarla güya mağlub etmek ne mü’mincedir, ne insancadır; düpedüz şeytancadır, şeytanın bile yapamayacağı şekilde şeytan-ı insîcedir. “Kim namus ve ahlak şövalyeliği yapıyorsa bilin ki en namussuzu odur.” der Nietzsche. Elhak, ahlak üzerinden faziletfürûşluk yapmak kadar namussuzluk yoktur.
Günah işlemekten daha kötüsü günaha sokmaktır. Günahın kendisinden daha şerlisi ise günahkâr üzerinden fazilet ve makam siyaseti yapmaktır. “Başkalarının günahlarına takılıp kalmak, bir kalp marazıdır…” Taksınlar diye başkasının gizli günahlarını sinsi takip ve sisli ifşa ise tam bir insî şeytanlıktır. İfşaya değer günah bulamayınca, bu kez de, mübahlarına haram muamelesi yaparak günahkâr diye ilan etmekse tam bir vicdan marazıdır, en ağırından bir imanî nifak illetidir, insafsız gaddarlık ve amansız kindarlıktır.
Bundan beteri de, insanların mestûr günahlarını gayr-i hukukî tepsiler içinde kurtlar sofrasına bol iftiralı, bol kumpaslı meze yapmaktır. Ya peki yalandan ihbarlarla kumpaslar kurup gayr-i hukukî yollarla deliller üreterek güya sütreli masiyetleri deşifre edip yargıla(t)maya kalkmaya ne demeli? Şeytandan beter ‘sağın en sağından ihanet edebilen şeytan-ı insîler’, kırk yıllık sâdıkın bile kimyasını bozabilirler, en iğrenç şeytanlıklara imza atabilirler. Lanetullahi ale’l-fettâniyyîn.
Kafayı taktığı kişiye herkes de taksın ve işi bitsin diye onu tecessüslü takip ve meşru mahremiyetine iftiralı ifşalar, kumpaslar yaptırarak iman kardeşliğine yapılan böylesi kahpece ve kalleşçe ihanetler, vallahi de imansızlıktır, billahi de dinsizliktir, tallahi de kitapsızlıktır, hem peygambersizliktir, hem de Allahsızlıktır! Esasen kamu hukuku hârici şahsî günahlarla mübahları birbirine karıştırıp üstüne bol iftira sosuyla kumpaslı ihanetlerini şerrini ve kötülüğünü ifade edecek söz bulunmaz lügatlerde, ansiklopedilerde…
Falan kişiye taktım, başkaları da taksınlar diye, onun mahremiyât ve avrâtını en alçak yollarla bol suizanlı takip, en kumpaslı ihanet ve en iftiralı ifşalar, hiç şüphesiz ki dünya mahkemelerinde yargılanıp cezası verilemeyecek kadar ağır birer kebair olduğundan, mahşerliktir, mahşer mahkeme-i kübrasına bırakılır. Buradan Risale-i Nur’un yaklaşımıyla bir haşir delili de çıkarabiliriz: Bu dünyadan “Benden ne istediniz de hayatımı kararttınız…” diye hesap sorulamadan gidiliyor; demek bir ahiret var, mahşer mahkemesi var! Hoş, şu da var ki, bu dünya etme-bulma dünyasıdır. Ahiret cezalarının bir kısmı dünyada tattırılır ki zâlim, zulmüne tövbe, zararı telafi ve tazmin edebilsin. Peki müfsid-i fettân n’apsın?
Zâlim ü fettân kişiler eğer cennetlik birer mü’min ise, dünyada cezasını çeker, mazlumlara zararlarını maddî-manevî tazmin ve telafi eder, helallik alır; mahşere kalmaz. Hz. Rahman, kendine zâlim olana da, başkalarına zâlim olana da dünyada mutlaka tövbe ve istiğfar için bir mühlet verir; bu, merhametindendir. Zâlim ü fettân, cehennemlikse, dünyada cezasını çekmez; çektikleri ise en fazla Allah haklarına dair olandır, kul hakları ise tamamen mahşere kalır. “Örnekleri kendinden haller” bunlar.
Bütün din ve ahlak kitaplarının kalbinden yazıyorum ve altını çiziyorum:
Mü’min kardeşini günahından marizlemek, ‘bütün hücreleriyle’ tam bir namussuzluk marazıdır; aklen, kalben, vicdanen, ruhen, insaniyeten, İslamiyeten, bütün hücreleriyle… Eğer ıslahlarına imkân, ihtimal ve ümit besliyorsan, böyle namussuzların namus edebiyatı yaparak ahlak siyasetiyle kendi namussuzluklarını kapatmalarına yardımcı olursun, belki insanlık görünce uyanırlar da kendilerine gelirler. Hâine de yardımcı ol derken, zâlime nasıl yardımcı olunacaksa öyle; zulmüne ve ihanetine mâni olarak.. Temizle(n)melerine ve telafilerine süre tanı. Hiçbir imkânı ve fırsatı tövbe için değerlendirmiyorlarsa, dünyada temizlenmeye istihkakları kalmamış demektir.
Evet, psikolojik bir rahatsızlık olan “kendini teşhircilik”ten daha ağırı, psikiyatrik hastalık olan “başkalarını tecessüsle teşhircilik marazı”dır. En çirkininden bir psikiyatrik hastalık olan ‘başkalarını tecessüsle teşhircilik’ten daha tehlikelisi ise, namus şövalyeliğiyle faziletfuruşluk yapmaktır. Namus şövalyeliğiyle faziletfüruşluk yapmaktan daha alçakçası ise bununla başkalarına güya daha üstün oluşunu gösterirken, diğer taraftan istemediği mü’minlerin işini bitirmeyi kastetmektir ve bu işi kütlesel ve kitlesel silahlarla yapmaktır.
Tecessüslü ve bol ilaveli, ağır iftiralı teşhircilikle namus şövalyeliği yaparak faziletfuruşluk taslamaktan çok daha münafıkçası ise bunları din adına yaptığını san(dır)maktır. Sanma ki bunlar meyhanede veya kerhadedir. Hayır hayır, böyle iftiralı teşhircilikle namus şövalyeliği yaparak faziletfüruşluk taslayan münafıkvâri günahkâr-ı hâini demhanede değil, camide bulursun, vaaz verirken döktüğü gözyaşları, gözüne timsah gözyaşları gibi görünür ve büsbütün iğrenirsin, tiksinirsin, hatta kusasın gelir. Çünkü bilirsin ki; insanlar çok günahkârlar da kendisi değilmiş gibi böyle ahlak faziletfüruşluğu yapmak münafıkâne bir illet-i kalbiyedir, bir mesh-i manevidir. Füruşluk ki bütün faziletleri bitirir.
İnsanları kendi üstünlüğü önünde diz çöktürmek için onların mahremiyatına suikast ile teşhircilik yapmaya kalkışmak, avamın işleyebileceği bir alçaklık değil, ancak kendisini havas veya ehass-ı havas san(dır)anların sergileyebileceği bir çukurluktur, cehennem çukurluğu… Belki de ihanetlerin en münafıkçası, mü’minlerin meşru mahremiyetlerine dostane bir tavır ile yapılan gayr-i meşru suikastlerdir, en sağdan iftiralardır. Mü’minlerin mahremiyatını meze diye yiyen ağzı kanlı, gözü kanlı kurtlar sofrasına garsonluk yapan eli kanlı, dili kanlı, bol kullanışlı saflara ne demeli!
İç daireden dış dairelere doğru açılarak yayılan tecessüslü teşhircilik operasyonlarının ötesinde en kumpaslı sûikastlare, ölümcül ifsat ve idlâllere dur demek ve o fitnelere uğramış meftunları temizlemek için gökten cebrî bir zulüm kılıcı indirildi. Katlden ağır imtihan-ibtilâ olan fitneler, en ağır haksızlıklara, ihanetlere, nifaklara topluca gelirler; ceza, keffaret, tasfiye ve terakki için… Fitneye uyanabilenler anlayabilir, ayılabilenler arınabilir, fırsat görenler yükselebilir. Göz ve kalp mührü çözülmezse, âkıbet fenâ!
Fitneler bir sebeple değil, birikmiş çok sebeplerle birlikte iner; ama bardağı taşıran bir damladır, fitneyi arştan arza taşıran da birdir! Toplumun ferdî günahlarının ötesinde eğer zulm ü ihanet din adına yapılırken ifsat, dinin ruhuna dokunursa, o zaman dinde fitne çıkar ve zulüm, o fitneyi temizlemeye iner. Hakikatte “Vücud bütünüyle hayırdır.” Sûrette ise bütün şerlerle beraber “olanda hayır vardır.” Olandaki hayrı bulmalı ve takip etmeliyiz. Fitnelerdeki hayır, insanlık hakikatindeki din-i kayyimi ortaya çıkarmak ve/veya korumaktır.
Bazılarında ölmüş, bazılarında ise can çekişmekte olan insanlığı hakikatiyle yeniden canlandırmak için kaderden toplu “fitne imtihanı” gelir. Her bir şeyin bir veya birçok vazifesinin olduğu bu âlemde, toplu hastalıklar gibi, toplu fitnelerin de çok daha fazla vazifeleri vardır. Fitnenin bir an önce kalkmasını istiyorsan, fitnenin vazifesini yapmasına yardımcı ol; yani insan ol, insanlığınla var ol ve helallik al, verdiğin zararları telafi et.
Fitneye meftun olanların insanlık ayarlarına dönmeleri ve fıtratlarındaki din-i kayyim üzre kulluğa geçmeleri, fitneden kemâl ile çıkış olur. Fitne bardağını dolduranlar da, arştan arza taşıranlar da, altında kalanlar da, herkes bu fitneden insanlığıyla çıkarsa kârlı çıkacaktır. Zira bu fitne, insanlıktan çıkmışların insanların başına fitne oluşlarını durdurmak için, arştan arza esas bu tecdid-i din-i kayyim için indi.
Bir topluluğun ve koca bir toplumun toplu fitnelere duçar olmalarına sebep olan ‘müfsid-i fettanlar’ın tövbesi ve arınması neredeyse imkansız. Sorumlulukları ve veballerinden bağımsız olarak, fitne olayına her bir fert açısından bakarsak, diyebiliriz ki: Kur’an’ın “Aleyküm enfüseküm. Siz kendinize bakın.” (Maide, 105) emrince, toplu fitnelerde her fert, önce o fitneyi çeken kendi günahını görecek, kendi günahına ağlayacak ve günahından arınacak! Daha sonra da kimlerin haklarına girmişse, hepsinden helallik alacak, verdiği zararları telafi edecek ki kendi kayıplarını da kapatmış olsun. Duyarlı vicdanlarda fitne şok etkisi yapar. Fitne şokuyla ayılmayan ancak kıyamet şokuyla, sûr’un sesiyle ayılır amma iş işten geçmiş olur.
Doğrudan suikastla mü’minlere verdikleri maddî veya manevî zararların da ötesinde millet birliğine ve ümmetin geleceğine verdikleri fesadın farkında olmayan ‘müfsid-i fettanlar’, evet onlar, ancak mahşerde uyanırlar, dünya mahşerinde… Olmadı ukba mahşerinde. Şimdi şu herkesi ters köşe yapan travmatik tecrübeyi toplumsal hafızamıza adeta kanımla yazıyorum ki, yarının nesilleri aynı fitne girdabına düşecek fesatlara girişmesinler, girişebilecekleri önceden farkedip tedbirlerini alsınlar. Bizler de yaşadığımız şu dehşetli fitnelerden ancak insanlığımızla çıkabiliriz. Yoksa eşedd-i zulmün tokatlarıyla toplulukça ve toplumca adeta travma geçireceğimiz çok daha korkunç günler sıraya girmiş gelmekteler.
… İşbu yazıyı kaleme aldığım Cuma günümüz, dilerim gönüllerimizin cem’ günü olsun inşallah. Yakın veya orta gelecekte millet-i ümmetçe tevhîdimize vesile olacak dualara, sözlere ve işlere fideliğimiz olsun. Olsun demekle olmayacak biliyorum. Olduracak sözleri söyleyelim, işleri eylemeyelim inşallah.
Musa Hub
25 Aralık 2015 Cuma
Ümraniye / İstanbul