Göz kirlenince bir damla yaş!
Ağız kuruyunca bir damla su!
Kalp sızlayınca bir damla rahmet!
Kul sıkışınca bir damla ‘duâ’ çare olur!
Duâ, sözlükte çağırış anlamındadır. Istılahta ise Mevlâ’nın rızâsını kazanmak için uluhiyet kapısını çalıp ubudiyeti O’na arz etmektir. Cenâb-ı Hak, İslâmî esas ve temelleri oluşturan namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibâdetleri emrettiği gibi, duâ ibadetini de emretmiştir. Yani duâ müstakil bir ibâdet ve ehemmiyetli bir kulluğun ifadesidir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Duânız olmasaydı ne ehemmiyetiniz var?!”
Duâ Allah’ın emri olduğu gibi fıtrî bir ibadettir. Çünkü insan, bela ve musibetlere düçar olduğu zaman fıtraten kendisine bir dayanak noktası arar. Dayanak noktası olarak kendisi gibi aciz ve zayıf mahlukatı değil, her şeye gücü, kuvveti, kudreti yeten, her arzusuna cevap veren bir kàdıyü’l-hâcâtı arar ve O’na sığınır. Çünkü, insanın fıtratı bunu iktiza eder ve hakeza.. Bunun gibi bütün yer ve gök mahlukları lisan-ı hâl ve kâlleriyle Allah’ı tesbih ve tahmid edip ihtiyaçlarını karşılamak için dest-i ubudiyetlerini O’na kaldırarak yapıyorlar. Çünkü duâ denince, öncelikle, ellerimizi dergâh-ı İlâhîye açıp, isteklerimizi O kerim Rabbimize arz etmemiz akla gelir. Duânın bu kısmına “kavli duâ” denir. Bu duâ kalpleri Allah’a teveccüh ettirmesi cihetiyle çok ehemmiyetli bir ibadettir.
Nur Külliyatı’nda kavli duâ yanında “istidat lisanıyla dua, fiili duâ, ızdırar lisanıyla duâ” gibi dualar da olduğu nazara verilir. Bundan dolayıdır ki, duâ eden kişi kâinatta var olan insî, cinnî, nebatî, hayvanî, küçük, büyük her varlığın sesini duyan ve tüm ihtiyaçlarını karşılayan bir Zât-ı Zülcelâlin varlığına inanıyor ve O’ndan istiyor. İşte bu zihniyet ve düşünce, büyük bir tevhidin ve samimiyetin ifadesidir. Bu yüzden böyle bir sığınış ve duâ büyük bir ibadettir. İnsanı maddi ve manevi yücelere yükselten bir hüviyete sahiptir.
Çünkü, “insan bu âleme ilim ve duâ vasıtasıyla tekamül etmek için gelmiştir.” “Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta maruz ve hadsiz âdânın hücumuna müptelâ; ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra, duadır. Duâ ise, esas-ı ubûdiyettir.” (1)
Bu yüzdendir ki, duâ, biz kulların şu muazzam büyüklükteki kâinatta, ihtiyaçları çok olan ve elinin yetişmediği birçok şeyi duâ vasıtasıyla Allah’tan isteyen ve her daim O’na muhtaç, aciz ve zayıf birer varlık olduğumuzun en büyük nişanesidir.
Duâ, âlemlerin Rabbi olan Allah-u Teâlâ’ya acziyetimizi ve muhtaçlığımızı bildiren en açık kavlî beyandır. Biz kullar Ganiy-i Mutlak ve Rezzak, Cemal ve Celal sahibi şanı yüce olan Allah’tan bizlere dünya ve ahiret adına nimet ve ihsanlarda, iyilik ve güzelliklerde bulunması için duâ vasıtasıyla niyaz eder ve sonucuna da sebat göstererek takdir-i İlâhi’den bekleriz. Bu durum kulluğun en önemli gayelerinden birisidir. Gayret bizden tevfik Allah’tandır. Duâ kavramına benzer daha birçok kelime daha vardır. Örnek vermek gerekirse duâ, ubudiyet ve tevekkül gibi kelimeler duâ ibadeti ile bağlantılı kavramlardır. Kul duâ eder, sonucunu Allah’a bırakır. İşte bu tevekküldür. Yani kulun yaratıcısına kayıtsız ve şartsız güvenmesidir. Tevekkül de, ubudiyetin yani kulluğun zirvesidir. Çünkü Allah’ın en sevdiği kullar kendisine kayıtsız şartsız inanmış ve güvenmiş kullarıdır. Bu da Rabbimizin huzurunda kulluğun en zirve noktasıdır.
Duânın ne kadar ehemmiyetli bir ibadet olduğunu Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz şu iki âyetle açıkça zikretmektedir:
“Duâ etmekten kibirlenenler hakir olarak Cehenneme gireceklerdir.” (2)
“De ki: Eğer duânız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?” (3)
Mukaddes kitabımızda bu minvalde daha birçok âyet mevcuttur. (Detaylı bilgi için şu sûrelere bakılabilir: Enbiya, Hac, Mü’min, Fatiha, Furkan, Bakara, Zariyat.)
Ara’f suresi (7/55) âyet-i kerimesinde, “Rabbinize yalvara yalvara, için için duâ edin” buyurur.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur külliyatında duâ, ubudiyet ve tevekkül konularına sıklıkla değinmiştir. Öyle ki, Risale-i Nur’da bir kulun Rabbine niyaz edebileceği en fasih ve belâgatli duâlara rastlamak mümkündür. Üstad hazretleri hem duâ nedir, ehemmiyeti nedir gibi konuları izah etmiştir, hem de bizzat kendi dilinden ettiği duâları biz Nur talebeleriyle paylaşmıştır.
Risale-i Nur’da duâ ile alâkalı en geniş izahatlardan birisi Mektubat’ın, 24. Mektubun Birinci Zeyli’nde yer almaktadır. Bediüzzaman hazretleri, “De ki: Eğer duânız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?” âyetini beş nükte halinde şu şekilde açıklamıştır:
Birinci Nükte: Duâ bir sırr-ı azîm-i ubudiyettir; belki ubudiyetin ruhu hükmündedir.
İkinci Nükte: “Duânın tesiri azimdir. Hususan duâ külliyet kesbederek devam etse, netice vermesi galiptir… Hâlık-ı Âlem istikbalde o Zât’ı (Hz. Muhammed), nev-i beşer nâmına, o gelecek duâyı kabul etmiş, kâinatı halk etmiş… İşte ey Müslüman! Senin rûz-ı mahşerde böyle bir şefiin var. Bu şefiin şefaatini kendine celbetmek için O’nun sünnetine ittiba et!”
Üçüncü Nükte: “Duâ-yı kavlî-i ihtiyarinin makbuliyeti iki cihetledir; ya aynı matlubu ile makbul olur, veyahut daha evlâsı verilir. Meselâ birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenâb-ı Hak Hz. Meryem gibi bir kız evlâdını verir. ‘Duâsı kabul olunmadı’ denilmez; ‘daha evlâ bir surette kabul edildi’ denilir. Hem bazen kendi dünyasının saadeti için duâ eder, duâsı ahiret için kabul olunur; ‘duâsı reddedildi denilmez’; belki ‘daha evlâ bir surette kabul edildi’ denilir.”
Dördüncü Nükte: “Duânın en güzel, en lâtif, en leziz, en hazır meyvesi şudur: Duâ eden adam bilir ki, birisi onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir. Onun kudret eli her şeye yetişir. Bir kerim Zât var, ona bakar, ünsiyet verir. Bu kişi O’nun huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyar, dünya kadar ağır yükü üzerinden atıp ‘Elhamdülillah’ der.”
Beşinci Nükte: “Duâ ubudiyetin ruhudur ve halis bir imanın neticesidir. Çünkü duâ eden adam, duâsıyla gösteriyor ki, bütün kâinata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılaı var.” Nitekim ‘Rabbiniz buyurdu ki: Bana duâ edin, size cevap vereyim.’ Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi. (4)
Öyleyse: Ey insan! Acz ve fakrını şefaatçi yapıp duâ kapısını çal, arala ve aç. O’ndan iste. Bilemeyiz bizim için hayr ve en güzel olanı. Öyleyse ancak duâ ile hayr ve güzellik kapısı açılır. Çünkü, bazı şeyler elimizde değil duâmızdadır ve duâmızdaki Allah’a olan acz ve fakr içinde olan yakarıştaki sırdadır. Allah Rasulü (asm) buyurdular ki; “Allâh’u Teâlâ, çok hayâ ve kerem sahibidir. Kendisine açılan elleri boş çevirmekten hayâ eder.” (5)
Hülasa: Acı, sabır ile, kalp iman ile, dil duâ ile güçlenir.! Rabbim duâlarımızı makbul ve kabul eylesin. Amin..
Dipnotlar:
1- Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas.
2- Kur’ân-ı Kerim, Mü’min Sûresi, 60. ayet.
3- Kur’ân-ı Kerîm, Furkan Sûresi, 77. âyet.
4- Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat 24, Mektup 1. Zeyl.
5- Tirmizi.